Doğan KAPLAN
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 7 Ekim 2022 tarihinde İstanbul Şahkulu Sultan Dergâhı ve Cemevi’nde düzenlenen Cemevleri Temel Atma ve Toplu Açılış Töreni’ninde ülke genelinde tamamlanan 4 cemevi açılışı ve 7 cemevinin de temel atma töreninde yaptığı konuşmada Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde Alevi Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı’nın kurulacağını bu kurumun hâlihazırda muhtarlıklara, derneklere, belediyelere ve federasyonlara bağlı cemevlerinin tamamının yönetimini yürüteceğini ifade etti. Erdoğan, bu kurum sayesinde Cemevlerinin altyapı sorunlarının çözülüp buradaki tüm faaliyetlerin kamu güvencesi desteği ve denetimiyle yürütüleceğini ifade etti. Alevi Bektaşi inanç önderlerinden talep edenlere bu kurumsal yapı bünyesinde kadro verebileceklerini söyleyen Erdoğan bu yeni yaklaşımın ülkenin demokratikleşme reformlarının en önemlilerinden biri olduğunu vurguladı. Ardından MHP genel başkanı Devlet Bahçeli de geçen hafta yaptığı grup toplantısında “Şayet Alevi kardeşlerimiz cemevini ibadethane görüyorsa ki öyledir, bize düşen buna saygı duymak ve peşin hükümlerin ambargosundan kurtularak yapıcı ve destekleyici bir tavır almaktır” diyerek Erdoğan’ın çıkışına güçlü bir şekilde destek verdi.
Anadolu Ajansından aktardığımız bu haber Türkiye gündemini üç haftadır ufak çapta meşgul etmekte. Bazıları bu açılımı, Alevilerin yıllardır dile getirdiği taleplerin karşılanması yönünde güçlü bir adım olarak görüp desteklerken bazıları da Aleviliğin Diyanet İşleri Başkanlığı değil de Kültür Bakanlığı altında düşünülmesini eleştirmekte bir diğer kesim de özellikle Bahçeli’nin açık bir şekilde “cemevleri ibadethanedir” vurgusuna takılmış durumda.
Peki, Erdoğan’ın bu çıkışını nasıl değerlendirmek lazım? Aleviler için önerilen yeni çözüm ne anlama gelmektedir? Bu meseleye nasıl bakılmalıdır?
Meselenin gündelik siyasete bakan pragmatik tarafından sarf-ı nazar ederek bakmak gerekirse şunu söyleyebiliriz. Esasen Erdoğan’ın bu yeni çıkışı, temelleri 2009-2010 yıllarında Erdoğan Başbakanlığındaki 60. Hükümet döneminde kamuoyunda “Alevi Açılımı” olarak bilinen Milli Birlik ve Beraberlik Projesi kapsamındaki faaliyetlerine dayanmaktadır. Hükümetin bazısını gerçekleştirdiği bazısını da gerçekleştirmek üzereyken rafa kaldırdığı açılım çalışmasında Alevilerin, hükümetten başlıca üç talebinin olduğu bilinmektedir. Bu talepler Cemevlerine hukuki statü tanınması, Dedelerin maaşa bağlanması ve Aleviliğe Din Kültürü müfredatında yer verilmesi şeklindeydi. Tabii Dedelerin Alevi Akademilerinde eğitilmesi gibi alt başlıklar da mevcuttu.
Doğrusu hükümetin Diyanet İşleri Başkanlığı üzerinden yaptırdığı, kökleri 2005’e dayanan Alevi-Bektaşi Klasiklerini Neşretme projesi de yine Alevi Açılımı olarak değerlendirilmesi gereken bir çalışmadır. Nitekim bu projenin somut çıktısı olarak 2007-2014 yılları arasında Türkiye Diyanet Vakfı Yayınlarından 14 adet yazma eserin tıpkıbasımıyla birebir transkripsiyonu ve sadeleştirmesi yayımlanmıştır. Temel taleplerden biri olan Aleviliğin Din Kültürü ders kitaplarında yer almaya başlaması da 2007 yılında MEB tarafından hayata geçirilmiş bir düzenlemedir.
Bu durumda mevcut duruma temel Alevi talepleri açısından bakıldığında esasen Aleviliğin müfredata dâhil edildiği, ancak Cemevlerine hukuki statü ve Dedelerin maaşa bağlanması taleplerinde bir ilerleme kaydedilmediği görülmektedir. Dolayısıyla Erdoğan’ın son çıkışıyla Alevilerin geri kalan temel iki talebinin karşılanacağını söylemek mümkündür. Zira artık Kültür Bakanlığı bünyesine alınacak olan Cemevleri, hukuki bir kimliğe kavuşmuş olacaktır. Buralarda hizmet yürüten Dedelerden arzu edenlerin bu kurumlarda kadrolu olarak istihdam edilmelerinin önünün açılmış olması da Dedelerin maaşa bağlanması talebini gerçekleştirmiş olacaktır.
Modern dönemde artık Cem salonu, taziye salonu, mutfak, kitap-hediyelik satış yerleri, kermes salonu, kurs odaları, kütüphane, Zakir odası, Dede odası, yemekhane, adak kesimhanesi, soğuk hava deposu ve çamaşırhane vb. bölümleriyle bir külliye olarak inşa edilen Cemevleri, esasen geleneksel Aleviliğin ana taşıyıcısı kurumlardır. Baştan sona Kur’an’dan ayetlerin okunduğu, kelime-i tevhidin çekildiği, Hz. Muhammed’e (sav) ve on iki imam salavat ve duaların edildiği Cem ayinlerinde çerağ uyandırılırken okunan Nûr Sûresi 35 ve 36. Ayetleri, Alevilerin Cemevlerini “Allah’ın adının anıldığı evler olarak” kurguladığını göstermektedir. İlgili ayetler şunlardır:
“Allah, göklerin ve yerin nûrudur. O’nun nûrunun temsili, içinde lamba bulunan bir kandillik gibidir. O lamba kristal bir fanus içindedir; o fanus da sanki inciye benzer bir yıldız gibidir ki, doğuya da, batıya da nisbet edilemeyen mübarek bir ağaçtan, yani zeytinden (çıkan yağdan) tutuşturulur. Onun yağı, neredeyse, kendisine ateş değmese dahi ışık verir. (Bu,) nûr üstüne nûrdur. Allah dilediği kimseyi nûruna eriştirir. Allah insanlara (işte böyle) temsiller getirir. Allah her şeyi bilir.” (Nûr, 35)
“(Bu kandil) birtakım evlerdedir ki, Allah (o evlerin) yücelmesine ve içlerinde isminin anılmasına izin vermiştir. Orada sabah akşam O’nu tesbih eder.” (Nûr, 36)
Buna göre Cemevlerinin yaşatılıp desteklenmesi geleneksel Aleviliğin de korunması anlamına gelmektedir. Geleneksel Alevilik ise Aleviliği şüphe götürmez bir şekilde İslam dini içerisinde gören Allah, Peygamber ve Ehl-i Beyt sevgisini merkeze alarak varlığını sürdüren hâkim anlayıştır. Bu sebeple korunması gerekmektedir.
Sonuç olarak bana göre Alevilik vb. tarikat ve inanç gruplarını Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde kurulacak olan “Tarikatler ve Cemaatler Daire Başkanlığı” bünyesinde kurgulamak ideal olandır, ancak mevcut teklif de kabule şayandır. Zira önemli olan devletin vatandaşlarının “beni gör” talebine karşılık vermesidir. Bu sebeple ben, Alevi vatandaşlarımızın bu yeni açılımı büyük bir coşkuyla karşılayacaklarını tahmin ediyorum.