İnsanın dünya hayatında, varlığını ontolojik düzlemden kültürel düzleme taşıyan ilk gelişme, insanın kendisine bir barınak yapmasıdır. Barınak yapmak, başlı başına insanın doğaya kattığı, doğada kendi halinde var olmayan bir unsurdur. Evin hikâyesine etimolojisinden başlarsak eski Türkçe’de “evürmek”, çevirmek anlamında; Arapça’da dâr (ev) kelimesinden türeyen “dâra”, çevirdi anlamında kullanılmaktadır. Dolayısıyla bir yaşam alanı olarak kullanılan ev, kelimenin en ilkel anlamı ile “etrafı çevrili yer” demektir.[1] İnsanın, diğer canlılarla paylaştığı doğayı, kendine özgü bir sınırla ayırmak istemesi, bir taraftan koruyucu refleksini, diğer taraftan doğayı aşan imar ve inşa etme potansiyelini ortaya koymaktadır. Dünyayı imar ve mamur etme, bayındır kılma insanın antropolojik yönüne esasında fıtratına işaret etmektedir. Beşeri âlemi, yani fiziki dünyayı diğer canlıların aşamadığı bir boyutta inşa etmesi; metafizik bir referans ya da yöneliş ile çevresini, eşyayı, mekânı, bina ve yapıları, insani ve kültürel bir esere (iz, belirti) dönüştürdüğünü göstermektedir. Dolayısıyla evin tarihsel serencamı, onunla birlikte insanın sosyal, kültürel, ekonomik, siyasi, ailesel ve psikolojik (duyu, duygu ve hafıza) tarihiyle yakından ilişkilidir.
Evi, insan bedeninin çevresindeki doğaya uzandığında ilk ulaştığı yapı olarak da düşünebiliriz. Evrenin büyüklüğü düşünülürse, bedeninin dışında insanın ruhunu ve hayatını çevreleyen ilk beden, hatta ilk evren, ev olmalıdır.[2] Gezegenler arası seyahatin tasarlandığı milenyum çağında, evin hikayesine, anlamına ve işlevine dair her düşünme faaliyeti çoğu zaman bir nostalji arayışına dönüşmektedir. Ev, sokak, mahalle, köy, kasaba, semt, şehir, ülke, dünya, gezegenler ve metaverse, modern insanın potansiyelini, ufkunu ve vizyonunu ortaya koyan yeni gelişmelere sahne olmaktadır. Böyle bir çağda, ölçeği ve ufkumuzu daraltarak “eve dönmek”, insana ve özüne dair asli bir soruşturmanın kapılarını aramak anlamına gelmektedir.
Eve dönmek fikri, çoğunlukla eve dair nostaljileri ön plana çıkartmaktadır. Ve bu nostaljiler ise daima çocukluk anılarıyla birleşen bir ev tasavvurunu beslemektedir. Gözümüzü açtığımız dünyadaki, evreni gözleyen bakışlarımızın ilk sınırları olması dolayısıyla ev(ler)imiz saf, duygu yüklü ve keskin bakışların ilk hedefidir. Buradaki nostaljik anlatımları çocukluğumuzdaki evin gerçekliği olarak değil de hatıralarımızla birlikle kendimizi inşa etmeye çalıştığımız hakikatler olarak görebiliriz. Bu hakikatler bazen de çarpıtılmış birer kendilik yaratımı sunmuş da olabilir. Özetle eve dair üretilen muhtelif nostaljiler, bireysel anlamda bir kurguyu yansıtabilirken; bu nostaljilerin paylaşılıyor olması toplumsal gerçekliğe denk düşen bir tarafı bize sunmaktadır.
Ev(imiz)in tarihsel, kültürel ve toplumsal dünyamızdaki yerini/önemini dilimize, dimağımıza yerleşen kullanımlar üzerinden takip etmek mümkündür. Köksal Alver hocamızın “Siteril Hayatlar” eserinde dikkat çektiği birkaç kullanımı hatırlayabiliriz: Evlenmek, dünya evine girmek, evde kalmış, evin kadını, evin reisi, evin direği, ev yemeği, evlere şenlik, evlerden ırak, ev açmak, ev bozmak, evcimen, evcilik (2013, s.62). Evin kavramsal düzeyde kültürün pek çok boyutuna eklemlenmesi, onu, neden gözümüzde büyütmemiz gereken bir olgu olduğunu da göstermektedir. Çünkü evin, fiziksel ve duyusal yönlerine anlam kazandıran nokta, sosyolojik anlamda aileye “yuva” olması sebebiyledir. Aile, bireysel ve toplumsal huzurun (ya da huzursuzluğun) deneyimlendiği ilk mikro ilişkiler alanıdır. Ev ise bunun somut olarak gerçekleştiği, mekânsal anlamda şahitlik ettiği ilk alandır. Dolayısıyla evi, sosyolojik anlamda tahlil etmek, aslında evin kendisini değil, ev üzerinden insana ve toplumsallığa dair çıkarımlar yapabilmek açısından kıymetlidir.
Evi tahlil etmek üzere yola çıkan her türlü düşünme biçimi, zorunlu olarak evin fiziksel/yapısal unsurları ile evdeki sosyal yaşantıya uğramak zorundadır. Dahası bu durakları birbiriyle ilişkilendirecek bağlantılar kurmak, yerine göre bu bağlantıları somutlaştırmak zorundadır. Evi fiziksel bir gerçeklik olarak ortaya çıkaran antropolojik ve kültürel koşullar her ne ise bu değişkenlerin evle bir tür ilişkisi olmalıdır. Tersine evin fiziksel gerçekliği, içinde ve çevresinde yaşayan insanlara sosyal ve kültürel bir yaşamı zorunlu kılmaktadır. Bu karşılıklı etkileşim kaçınılmazlığını fark etmekle düşünmenin ilk sorumluluğu gerçekleşmiş olmaktadır. Derinlikli bir tahlil için ise bu etkileşimi somutlaştırmak, yani evin yapı malzemesi ile doğal kaynaklar, evin mimarisi ile kültürel yapı, evin büyüklüğü ile nüfus yapısı, evin kullanım alanları ile toplumun ihtiyaçları arasında doğrudan ya da dolaylı irtibatlar kurmak gerekmektedir.
Ev ile eve dair üretilen toplumsallıklar arasında muhtelif irtibatlar kurmak istersek, ilk elde aklımıza neler gelir? Soruşturmaya başlayalım: Bir ev ile o evde oturanlar arasında nasıl bir bağ vardır? Evin sahibi olmak ya da kiracısı olmak, o evde doğmuş olmak ya da yeni taşınmış olmak arasında çok değişkenli farklılık bulunacaktır. Evin, o evde yaşayan insanların kişisel biyografilerinde nasıl yer ettiği/edeceği bu sebeple farklılaşacaktır. Evin coğrafi olarak konumu da dağ evi, köy evi, bağ evi, bahçe evi gibi kullanımlar üretecek, bu kullanımlar da kendilerine özgü sosyal ve kültürel pratikler geliştirecektir. Şehir sınırları içindeki evlerle villa evi, müstakil ev, gecekondu evi, apartman evi, güvenlikli site, rezidans, stüdyo daire gibi ayrımlarla, muhtelif ihtiyaç ve imkanlara bağlı olarak üretilen, nihayetinde bir takım toplumsal işlevin yerine getirildiği fenomenler üretilmektedir. Her bir yaşam pratiği, kendi içinde evsel ve ev-dışı sosyallikler, ritüeller ve rutinler üretmek durumdadır: Evin kendisi, oda sayısı, odaların işlevleri, diğer evler ile yakınlık-uzaklık, komşuluk ilişki biçimleri, ebeveynler, çocuklar ve misafirlerin evi kullanma pratikleri, bütün bunlar ev içinde ve ev hakkındaki sosyaliteleri bize sunmaktadır.
İlmi Düşünce Mektebi’nin 2022 Bahar Dönemi Ev İhtisası Programı ile eve dair sosyolojik, antropolojik, mimari ve şehir planlama perspektifleriyle bir tartışma ortamı oluşturulmuş ve tartışmalar tahayyülden tasavvura, idealden realiteye doğru bir gerilim ekseninde yürütülmüştür. Bu tartışmalar literatürden beslenen en genel yaklaşımları içeriyor olsa da bu yaklaşımlardan hareketle günümüz şehirlerine ve şehirler(imiz)deki ev(lerimiz)e dair ne tür sorunlar, tespitler, teklifler ortaya konabilir? Bu ve buna benzer soruların peşinden gitmeye devam etmek durumundayız. Durum tespiti yapmak, problem alanlarını belirlemek, ideal ve uygulanabilir projeler geliştirmek nihai gayemiz olmalıdır. İDM Ev İhtisası Programı, problem alanının odağını dağıtmadan, hem disiplinler arası (dolayısıyla çok boyutlu ve bütüncül) atölyelere yoğunlaşarak hem de somut çıktıları hedefleyen bir motivasyonla çalışmalarına devam edecektir.
[1] https://www.nisanyansozluk.com/kelime/ev
[2] Hatta insanın bedenini dahi bir ev, yurt olarak düşünmek mümkündür. Farsça kökenli “berduş” kelimesinde, “ber” ev, yatak, “duş” ise omuz, göğüs anlamındadır. Yani “evi omzunda olan” şeklinde birebir tercüme edilse de “berduş” hem evsiz-barksız anlamında hem de “bedeni evi olan” anlamında kullanılabilmektedir.