Şaziye NOYAN**
Ünlü İslam alimi Gazali, insanların fıtratları gereği birtakım ihtiyaçlar ile yaratıldığını ifade etmiştir. Bireyler, giyimden barınmaya birçok temel ihtiyaca sahiptir. Gereksinimler karşılanmadığında dini ve dünyevi sorumlulukların yerine getirilmesi bireyleri zorlamaktadır. Fakat, insanlar bütün bunları tek başına sağlayacak güce sahip değildir. Dünyanın her yerinde insan bir başkasına ihtiyaç duymaktadır. İlk dönemlerde herkes elinde olanı bir başkasına vererek kendi ihtiyacını karşılarken zamanla para kavramı ortaya çıkmış ve ticari faaliyetler doğmuştur. İnsanlar gereksinimlerini para karşılığında gidermeye başlamıştır. Hayat olan her yerde ticaret kaçınılmaz bir durumdur. Ekonomide ‘ben’in hâkim olduğu sistemler herkesin kendi elinin ekmeğini yemesi gerektiğini söylerken, bakıma ihtiyacı olan kişileri görmezden gelir. Yardım etmenin yardım alan kişiyi tembelliğe sürükleyeceği mottosuyla hareket eder. Bütün bunlar yaşanırken yardım etmekten korkar hâle gelen bazı Müslümanlar dünya malının sevgisine kapılma korkusuyla karşı karşıya gelirler. Kazanma hırsının bir sonu yoktur. İnsan daima daha fazlasına aç olan bir yapıyla yaratılmıştır. Resulullah (sav) buyurduğu gibi “Ademoğluna altın ile dolu bir vadi verilseydi, o kendisine ikinci bir vadi verilmesini arzu ederdi. Şayet kendisine ikinci bir vadi verilse, üçüncüsünü isterdi. Ademoğlunun iç boşluğunu ancak toprak doldurur. Allah da (hırstan) tövbe eden kimsenin tövbesini kabul eder.”(Buhari,Rikak,10) Öyleyse, Müslüman, sadece Allah için yaşadığı zühtane bir hayatı mı tercih etmelidir? Bu sorunun cevabı şüphesiz ‘’hayır’’ olacaktır. İslam kişinin dünya malına duyduğu sevginin artarak tamamen maddiyata düşkün olmasını önleyen bir sisteme sahiptir.
İslam Ekonomisi hem bireysel hem toplumsal faydayı gözetmektedir. Sadece bireyin değil aynı zamanda yaşadığı toplumun da yaşamsal faaliyetlerinin güvenceye alındığı bir yapıdadır. İslam Ekonomisi ’nin diğer ekonomik yaklaşımlardan daha geç geliştiği iddiası bir söylentinden ibarettir. İslam’ın ilk dönemlerinden itibaren Medine Pazarı’nın kurulması gibi faaliyetler görülmektedir. Bunlar ticaret hukukunun oluştuğunu ancak sistemli bir yazımının olmadığı göstermektedir. Ahlaklı şekilde maddi kazanç elde etme konusunda İslam dini ilk dönemlerinden itibaren inananlara rehberlik eden emirler ve uygulamalara sahiptir. İslam’ın ilk dönemlerinden itibaren ticaret hayatıyla ilgili ayetler ve hadislerin varlığı göze çarpmaktadır. Ayrıca bölgedeki ticari faaliyetleri kayıt altına alarak günümüze taşıyan kaynaklar da bizler için öncü olmaktadır. Kaynaklarda alışverişlerin yazılması emri, faiz yasağı, alışverişte muhayyerlikler gibi düzenlemelerin yanı sıra zekât sadaka gibi kavramlar yer almaktadır. Akitlerin yazılması, akitlerde şahit bulundurulması, faizli alışverişin yasaklanması gibi kavramlar iktisadi düzenlemeleri ifade etmektedir. Zekât ve sadaka ise toplum içinde dengesiz ekonominin düzenlenmesine vesile olmaktadır. Kur’an ve hadisler ile getirilen düzenlemeler haksız kazanç elde etmenin, ticari faaliyetlerde hak kaybına uğramanın önüne geçmektedir.
Allah birçok ayette sadaka ve zekât vermeye kişiyi davet etmektedir. Allah bir Müslüman’a zekât vermeyi emretmekle kendisine ve topluma faydalı olmak için çalışmayı emretmiş olmaktadır. Bu durum bireyin lehinedir. İnsan, zekât verdiği kişiler sayesinde paylaşmanın lezzetini alır. Zekât, daima kendini önceleyen insanı, kendi kaosuna hazırlayan çarkların arasında ezilmekten kurtarır. Nitekim, her bireyin aynı imkanlara sahip olması mümkün değildir. Zekât ve sadaka toplum içinde dengeyi sağlarken borçlunun borcundan kurtulmasına, kendi ekonomik faaliyetlerine devam edebilmesine ve kendi imkanlarıyla kazanç sağlayamayan hasta veya yaşlı insanların bakılmasına olanak sağlamaktadır. Dikkat edilmesi gereken temel husus kişinin sadaka veya zekât verebilmesi için öncelikle gelir düzeyinin İslam’a göre zenginlik seviyesinin üzerinde olması gerektiğidir.
Toplumda sadaka veya zekât verebilecek kimselerin çokluğu diğer bireylerin tembelliğine neden olmamalıdır. Allah kendi kazancını elde edebilecek olan kimselerin dilenerek başkasından istemekten uzak durmasını emretmiştir. Sadaka verilecek kimseleri Bakara Suresi 273.ayette “…Bilmeyenler onları zengin sanır. Sen onları simalarından tanırsın…” buyurarak belirtmiştir. Maun Suresi 3.ayette miskinleri doyurmak teşvik edilmiştir. Zekât verilecek sınıflar ise Tevbe Suresi 60. ayette Müslüman fakirler, miskinler, zekât işinde çalışan devlet görevlileri, kalpleri İslâm’a ısındırılmak istenenler, esaretten kurtulmak isteyen köleler, borçlular, Allah yolunda cihad eden fakir gaziler ve yolda kalmışlar olarak belirtilmiştir. Bununla beraber Kur’an’da açıkça pek çok kez yeryüzünde rızıklarını aramak için dolaşanların faziletlerinden bahsedilmiştir. Bir kişinin yapabileceği en kötü iş kendi kazancını sağlamak yerine dilencilik gibi başkalarından isteyerek geçimini sağlamaktır. Dilenmek Rasulallah (sav) tarafından kötülenmiş ve istenmeyen bir davranış olarak belirtilmiştir. Rasulallah (sav) “Yanımda bulunan ne kadar mal varsa, onları sizden asla esirgemem. Şunu da iyi bilin ki, kim (istemeyip) iffetli kalmayı dilerse, Allah onu iffetli kılar. Kim de sabretmeye çalışırsa, Allah ona sabır ihsan eder. Kim insanlardan müstağni olmak isterse, Allah onu müstağni kılar. Sizlere sabırdan daha hayırlı ve daha büyük bir ihsanda bulunulmamıştır!” (Buhari, Rikâk 20) diyerek zorunlu haller dışında el açmaktan uzak durmayı tavsiye etmiştir.
Sonuç olarak, İslam Ekonomisi haksız kazanç kaynaklarının yasaklandığı, toplumsal ilerlemenin önemsendiği bir sistemi ön görmektedir. Borçlulara yardım edilmesini emreden inanç kökenli bir sistem olan İslam Ekonomisi bireyin ilerleyerek toplumu ilerletmesini esas almakta ve uygulanabilirliğini her dönemde kendi kanıtlamaktadır.
*Bu metin Doç. Dr. Necmettin Güney’in yürütücülüğünde gerçekleşen İDM İslam İktisadına Giriş Okuma Grubu kapsamında kaleme alınmıştır.
**Yüksek Lisans Öğrencisi, Necmettin Erbakan Üniversitesi İslam Hukuku (saziye.noyan.23@gmail.com)