MÜSTAĞRİP KÖRLÜK

Anasayfa » Fikriyat » MÜSTAĞRİP KÖRLÜK

MÜSTAĞRİP KÖRLÜK

Gökhan ARSLANTÜRK*

Dünyaya, hayata, olaylara nereden bakıyoruz? Hangi bakış açısından değil, hangi coğrafyadan? Fikirlerin de mekânı vardır. Farklı inanç ve yaşam tarzlarının hayat sahasına kendini norm olarak kabul ettirmeye çalıştığı bir dünyada durup soluklanıp “böyle olmalı dediğim müktesebatı ben nereden aldım?” sorusunu sormalı kendine insan. Bu noktada bir Müslümanın işi nispeten kolay zira tüm hayat alanını düzenlediği kural ve inanışın menbaı sarih ve mutlak. Allah’ın ve O’ndan geldiğine inandığı dinin kuralları, onun tüm yaşantısında referans göstereceği adres olsa gerektir. Elbette bu kuralların yaşam biçimine dönüşmesi de coğrafyalarda çeşitlilik arz eder. Buna dayalı bir ahlaki sistem ve medeniyet inşası birtakım nüansları içinde barındırır. Bunun el yordamıyla uzanabileceğimiz temsili, Anadolu mefhumudur. Anadolu irfanı ya da Anadolu medeniyeti dediğimizde anlaşılacak olan, İslam ile yerleşik geleneklerin ve günlük yaşam rutinlerinin nasıl şekillendiği hususudur. Bu farklı Müslüman coğrafyalarda büyük tezat teşkil etmeyen; olsa olsa bir iklimin, özünde benzer kokulu çiçekleri gibi zenginliğe tevil edilecek bir farklılığı ifade eder. 

Elbette ki dünya hayatını biçimlendiren tek cihet İslam coğrafyasından ibaret de değildir. Kadim medeniyetler, yüzlerce yıllık töre ve geleneklerle başınızı döndürecek zenginliği haiz; Doğu coğrafyasını, Afrika kültürünü, yerli Amerika halklarını örneklendirmek mümkündür. Bunların bir o kadar çeşitli dini inanışları ya da inançsızlıkları da bu zenginliğin bir parçasıdır. 

Yaşamını bir dinin ya da Tanrı inancının getirdiği kurallara göre yaşamak istemeyen insanlar için sekülerizm tek geçerli yaşam biçimi olmalıdır. Her dünya görüşü, kendi evrenselliğini içinde barındırır elbet. Kendi için doğru olanı herkes için de doğru görmemesi çelişkilidir zira. Lakin bilhassa günümüz dünyasında seküler yaşam tarzı ve onun kendini şekillendiren değerleri, diğer rakipleri arasında fazlaca bir kibre ve grandiyöziteye düçar olmuştur. Evrensel değerler, insan hakları gibi küçük, masum, sempatik normları ile diğer insan yaşamını düzenleme iddiasına sahip inançların üzerinde ve onlara henüz tekamülünü tamamlamamış zihinsel evre olarak bakan; ancak içinde bulunduğu içgörü kaybını idrak edememiş büyük bir zafiyettir. Şimdi burada sorun tam olarak nerede? Öncelikle, farklılıklara tolerans ve ifade özgürlüğü gibi kendi normlarını ancak kendi çizdiği sınırlar içinde uygulaması gibi meselelere değinmeyeceğim. Ahlaki rölativizmin günümüz güç elitleri elinde oyuncak edilip ahlak meselesinin içinin boşalması da bu yazının konusu değildir. Asıl ilginç olan seküler hegemonyanın içindeki müstağrip körlüktür. Dünya üzerinde ateist, deist, agnostik ve seküler öğretiler sadece batı medeniyetinde değildir. Doğu medeniyetinin pek çok gelişmiş ya da az gelişmiş ülkesinde de bu minvalde yaşam sürdüren kültürler bilinmektedir. Fakat bu sekülerizmin Batı sekülerizminden farkı, doğrudan bir dini inanışa yaslanmasa bile yine içinde bir takım ahlaki değerleri sıkı sıkıya savunması -yani tarihsel süreçte ahlaki rölativizme kurban vermek istemedikleri kadim bir ahlak anlayışını muhafaza çabası- ve hala saygıdeğer olan pek çok gelenek ile günlük yaşamı belirgin olarak düzenliyor olmasıdır. Oysa bugün dini inancınızın gereği her tür günlük yaşam pratiğinde; kâh öfkeli kâh alaycı tavrıyla karşınızda duran bir sekülerizm göz kamaştırıyor. Onların evrensel değerlerine muarız inanç ve ibadetlerinizde sizi hayatın her alanından aforoz etmek noktasında hazır bulduğunuz bu paradigma, aslında özünde hümanist ve insancıl bir evrensel değerler savunusu değil düpedüz Batı medeniyetinin coğrafi körlük yaşayan temsilidir. Bu körlük aslında savundukları şeyin sekülerizm olmadığını; sekülerizmi de içinde barındıran ve toplulukçu olan her şeyi değersizleştirerek ahlakı bir takım evrimsel deneyimlere, gelenekleri bir eski kafalılık turnusoluna, büsbütün hayatı da haz odaklı hayvani “biyolojik aslımıza (!)” indirgemeye saplanmış Batı yaşam tarzı olduğunu görememenin karşılığıdır. 

Demek ki yaşamımızı düzenleyen inanç ve değerler, sadece ideolojik kalıpları değil coğrafi etiketleri de zımnen kapsamaktadır. Sekülerizm ve dindarlık olarak tanımlanan çatışmanın da coğrafyaya göre şekillendiğini, Türkiye özelinde bunun Batı yaşam tarzı ve Anadolu medeniyeti arasındaki bir tercih süreci olduğunu ortaya koymak bu körlüğün karanlık dünyasına da ışık tutmak demektir. Zira bu körlük kalıcı bir körlük değildir; bu Batıcı körlük, içinde bir temenniyi yahut öngörüyü de barındıran bir kavramsallaştırmadır: Batıcıdır ve batacaktır.

* Doç. Dr., Selçuk Üniversitesi, Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi. (gokhan.arslanturk@selcuk.edu.tr)

İlgili Makaleler

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Son Yazılar

Kategoriler

Etiketler