Ölmeye Yatmak: Aysel ve Utanma Kodu

Anasayfa » Fikriyat » Ölmeye Yatmak: Aysel ve Utanma Kodu

Ölmeye Yatmak: Aysel ve Utanma Kodu

Sedat KARAL[1]

Giriş

Toplumsal alanın çeşitli katmanlarında yaşanan geniş çaplı değişim ve dönüşümler bireylerin ya da çeşitli grupların yaşam dünyalarına etki ederek, zamanla, onların hem kendileriyle hem de (en genel anlamıyla) toplumla kurdukları ilişkileri dönüştürür. Bu dönüşümün yoğunluğunu, tonunu ve yönünü gündelik hayatta, kültürel pratiklerde ve bedensel görünümlerde vs. gözlemlemek mümkündür. Çünkü değişim ve dönüşümler kendisini kullanılan eşyalarda, mekânlarda, kıyafetlerde, ilişkilerde, görünüşlerde, dilde, tavır ve tutumlarda açığa vurur. Bu açığa vurmanın konu edilip tartışıldığı alanlardan biri de genelde edebiyat, özel de ise romanlardır.

Adalet Ağaoğlu tarafından kaleme alınan “Ölmeye Yatmak” (1973) adlı roman Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla birlikte sosyal, siyasal, kültürel ve dinsel alanlarda gerçekleştirilen değişim, dönüşüm ve yeniliklerin kimler tarafından nasıl deneyimlendiğini, söz konusu değişim, dönüşüm ve yeniliklerin bireyleri nasıl ve hangi yönde etkilediğini eleştirel bakış açısıyla ve panoramik bir şekilde okuyucusuna sunar. Atatürk’ün vefat ettiği yıl olan 1938 ila yazarın romanı yazmaya başladığı 1968 yılları arasını kapsayan eser, merkezinde Aysel karakterinin olduğu bir öyküyle Türkiye’de bugün dahi tartışılan modernleşme, aile, gelenek, aydın ve kadın gibi meselelere farklı anlatı türleri ve karakterler kullanarak temas eder. Bu anlamda roman zengin bir içeriğe sahiptir; dolayısıyla farklı bağlam ve sorunsallaştırma tarzlarıyla incelenmeye değerdir. Modernleşme deneyiminin Aysel karakteri üzerinden eleştirilmesi de ayrıca önemli görünmektedir. Çünkü kadınların modernleşmeyi deneyimleme tarzları kendi içinde bir özgünlük barındırır. Örneğin kadınların dış görünüşü, tavır ve tutumları ile modernlik ve uygarlık arasında bir paralelliğin olduğu sürekli dile getirilmiştir. Bu anlamda Aysel de bu tür paralelliklerin kesişim noktasında yer alan bir roman kahramanı olarak karşımıza çıkar. Onun modernleşmeyle ilintili olan değişimleri deneyimlemesi her şeyden önce kadınlığıyla ilgilidir. Bu kısa yazıda Aysel karakteri üzerinden kadınlık ile modernleşme arasındaki ilişkiye değinilecek ve “utanma” meselesi ele alınacaktır.

Aysel, Kadınlık ve Utanma Kodu

Bir kasabada, geleneksel kültürel kodlara sahip dindar bir ailenin çocuğu olarak eğitim hayatına başlayan Aysel, daha sonra cumhuriyet modernleşmesinin temel kültür coğrafyalarından ve sembol şehirlerinden biri olan Ankara’da eğitimine devam eder. İçinde büyüdüğü ailenin özellikle kız çocuklarının okumasıyla kurduğu negatif ilişkiye rağmen cumhuriyetin sunduğu imkânları da kullanarak akademisyen olmayı başaran Aysel’in kültürel kodları ve dünya görüşü zamanla değişmeye başlar. Sınıfsal konumuyla birlikte kültürel pratikleri de değişir. Eğitimi için Sorbonne’a gider, kendisi gibi akademisyen olan Ömer’le evlenir, birlikte Beethoven dinlerler, sosyal çevresi değişir ve kendisini modern Türkiye Cumhuriyeti’nin solcu aydın kadınını temsil eden biri olarak bulur.

Modernleşme deneyiminin imkânlarından faydalanabilmiş, ancak bunu yaparken de özellikle de kadınlığından dolayı birtakım sıkıntılar yaşamış ve bir otel odasında ölmeye yatmasından anladığımız kadarıyla bu sıkıntıları yaşamaya da devam eden biridir. Bu sıkıntılar hem Aysel’in çocukluktan edindiği yatkınlıklarından hem de modernleşme hareketinin bireylerden beklentileri ve taleplerinden kaynaklanır. Erken cumhuriyet dönemi yöneticilerinin bireylerden beklentileri, içinde yatkınlıklarının da olduğu bireyselliklerini unutmaları ve bir amaç uğruna “biz” ve “medeni” olmalarıdır. Kurumsal örgütlenmeler, ideolojik ve kültürel programlar da bu amaç doğrultusunda kurulmuş ve yönetilmiştir. Bu anlamda, tıpkı diğer bireyler gibi, kadınlar için çeşitli roller uygun görülmüştür. Bu roller, onları, inşa edilmeye çalışılan ulusa ya da ulus fikrine bağlamakla birlikte, kadınlıklarına dair yeni beklentiler de yaratmıştır. Onlardan beklenen ulusun yararına olacak şekilde iyi birer anne ve eş olmalarıdır. Bu annelik ve eş olma durumu cinselliğinden arındırılmış bir öznelliğe karşılık gelir. Aysel bu durumu;

“[h]em canım, kadınlığımı, kocamın yanında bile düşünemem ben. Beni düşündüren hep başka şeylerdir. Hep başka şeyler… Daha yüce, daha soylu şeyler. Oku­dum o kadar, öğrendim. Koştum, koştum… Nerdeyse yoruldum. Nerdeyse bir köşede oturmak dönemi. Nerdeyse… Ama daha vatan… Kurtarmak, yüceltmek, öğrenmek, öğretmek, koşmak daha… Daha uygarlaşmak… Batı… Az gelişmiş… Çok gelişmiş… Gelişmekte olan yani… Daha kurtarmak… Kurtulmak…” (2014, s. 306)

şeklinde ifade eder. Bu anlamda Aysel’in durumu bireyselliğini aşıp daha genel olana, yani birtakım yapısal sorunlara bağlanır. Tarihin sorumluluğunu uzun bir müddet omuzlarında hisseden Aysel, zamanla onun sonuçlarına da katlanır. Cinselliğini unutması, ondan utanması ya da bunu bir görev olarak yaşaması evliliği boyunca da sürer. Önemli olan ulus için, ulusun yararına olacak şekilde bir kadınlık performansı sergilemesi, kendisini ulusuna adaması ve en nihayetinde kadınlığını bir “görev” olarak yaşamasıdır. Benzer durum, ilk gençlik yıllarında da karşımıza çıkar. Semiha’ya yazdığı bir mektupta, “[b]iz Türk erkeklerine hep kardeşimiz gözüyle bakarız ve bakmalıyız. Onun dışında bizim kötü düşüncelerimiz olamaz ve olmamalıdır” (2014, s. 80) diye yazar. Kardeşlik vurgusu kadın ve erkek arasında yaşanması muhtemel ya da yaşanan libidinal gerilimi nötr hale getirmek, bu gerilimi ortadan kaldırmak için kullanılır. Dolayısıyla Aysel’in öznel beklentileri ve talepleri, toplumsal beklentiler ve taleplerle birlikte şekillenir. Lise arkadaşlarından biri olan Behire’ye yazdığı bir mektupta ilkokuldan arkadaşları Aydın ve Ali’yle görüştüğünü belirtir ve ekler;

“Hani sana Aydın diye birinin sözünü etmiştim. Ona ‘Galatasaraylı Aydın’ derler. İyi ki bir orta kısmını bitirmiş! Ben kaçtıkça üstüme geli­yor. Bir de gazeteye yazı yazmaya başlamış artık görme! Benim açık fikirli bir meslek kadını olabileceğime nedense bir türlü inanmak istemiyor (…) [Ali, Nazım Hikmet’ten] abimin yanında hiç söz etmez. O evde yokken gelirse, uzun uzun anlatıyor. Şiirlerini ezbere biliyor. Bana okuyor. Bu genç bana tam bir kardeş gözüyle baktığı için onun yanında hiç çekingen olmuyorum. Aydın’la hiç böyle değil. Hem alaycı, hem insana hep kadın gözüyle bakıyor” (2014, s. 273-274).

Görüldüğü üzere Aysel’in kendisini en rahat hissettiği an, erkeklerin kendisine kardeş olarak yaklaştığı, dolayısıyla kadınlığını unuttuğu andır. Kadınlığını hissettiren bakışlardan ya da davranışlardan rahatsız olur, çekingenliği artar. Burada Norbert Elias’ın (2004, s. 377-378) bahsettiği anlamda bir tür “utanma kodu” devreye girer. Elias’a (2004, s. 377) göre, “[u]tanma hissi, belirli vesilelerle tekil insanın içinde otomatik ve alışkanlığa dayalı olarak kendini yeniden üreten özgül bir heyecan, bir tür korku” olarak beliren bir duygudur. Bu anlamda utanma, tek başına bireyle ilgili değil, bireyin içinde bulunduğu toplumsallık ve bu toplumsallıktan edindiği alışkanlıklar ve yatkınlıkların içselleştirilmesiyle ilgili olan, ilişkisel sosyal bir olgudur.

Aysel’in erkeklere karşı geliştirdiği bu utanma kodu, ailesi ve cumhuriyetin kendisinden beklentileri ve talepleri etrafında şekillenir. Bu beklentiler ve talepler onun kadınlığını kat ederek davranışlarını, tutum ve taleplerini etkiler. Karşı cinsin kardeşlik kodları dışında davranması kadınlığını hatırlatan bir unsura dönüşür ve bu da tutum ve tavırlarına yansır. Yukarıdaki mektuba Behire tarafından yazılan cevap, utanma kodunun yeniden üretilmesi ya da hatırlatılması bağlamında düşünülebilir. Aysel’in Aydın’la birlikte görülmesine sinirlenen Behire, “[y]olda oğlanlarla dolaştığını öğrenince de sana kızdım doğrusu. Dolaştığın kimse Aydın yahut başka kim olursa olsun, doğru değil. Yakışık almaz. İstikbalde sana da namuslu bir hayat temenni eder, selamları­ mı bildiririm Aysel” (2014, s. 289) diye yazar. Aysel’in Aydın’ın bakışları ve davranışları karşısındaki çekingenliği Behire için yeterli değildir. Erkeklerle kurduğu ilişkiyi mesafelendirmesini, kamusal alanda birlikte görülmemesini bekler. Aysel’den beklediği namuslu hayat, kendisi gibi nişanlanması ve bir erkekle bu bağlam ve düzlemde bir araya gelmesidir. Ondan davranışlarına çeki düzen vermesini ister.

Diğer yandan Aysel’in çekingenliği ya da utangaçlığı, toplumsal konumu itibariyle cumhuriyetin ideallerini görece daha fazla içselleştiren, bu idealleri olabildiğince pratiğe döken, aynı ideallere uymayan insanları beğenmeyen ve çoğunlukla küçümseyen Aydın için de bir soruna dönüşür. Aydın kendisine sinemada kaçamak şekilde baktığını söyleyen Aysel’e, “[d]emek sinemada belli etmeden bana baktınız? Böyle kaçamak bakışlar medeni bir kıza yakışmaz. İnsan, eski bir arkadaşını görünce rahatlıkla yaklaşıp elini sıkmalı” (2014, s. 180) diye sitemde bulunur. Lise yıllarında tuttuğu günlüğünde ise Aysel’in yüzünün kızarmasını hoş görmez:

“[Aysel] hep başı örtülü geziyor ve karşıdan bir erkek arkadaşını görse, yolunu değiştiriyor. Bir seferinde çarşı başında burun buruna gelmiştik. Acele bir selam verdi ve kıpkırmızı kesildi. Bir Atatürk çocuğu olarak hiç hoş görmedim bu hallerini. Kadınla­rımız tam Batılı olmadıktan sonra Türkiyemizi muasır medeniyet seviyesine çıkarmak çok güç” (2014, s. 84)

Bir tarafta kendisi gibi kadın olan, ama bu kadınlığın belli ideolojik çerçeveler içinde yaşanmasını öneren Behire’nin “namus” söylemi, diğer tarafta kadınların dış görünüşüyle Batılı ve uygar olmaları arasında paralellik kuran Aydın’ın “medeniyet” söylemi Aysel’i kuşatır. Bu iki kuşatma da doğrudan Aysel’in kadınlığı ve bu kadınlığa içkin olan utanma koduyla ilgilidir. Behire “yakışık almaz” diyerek utanma kodunu devreye sokarken; Aydın, utanmanın medeni bir kıza yakışmayacağı fikrinden hareket ederek Aysel üzerinden kendi “medeni kimliğini” kurup onu sergilemeye çalışır. Böylece her ikisi de Aysel’i, inandıkları ve kendilerini ait hissettikleri ideolojik çerçevenin dışında bir yerde konumlandırırlar. Bu anlamda Aysel’in erkeklerle bir arada bulunması da onlar karşısında çekingen davranması da hem kendisi hem de başkaları için bir soruna dönüşür. Aysel kendi deneyimleri ile başkalarının kendisinden beklentileri arasında sıkışıp kalır. Bu sıkışmışlık hissi onu ilerleyen yıllarda bir otel odasında ölmeye yatmaya kadar götürür.

Kaynakça:

Ağaoğlu, Adalet. (2014). Ölmeye Yatmak. İstanbul: Everest Yayınları.

Elias, Norbert. (2004). Uygarlık Süreci: Cilt 2, (çev. Erol Özbek). İstanbul: İletişim Yayınları.


[1] Doktora öğrencisi, İstanbul Medeniyet Üniversitesi Sosyoloji Bölümü, İletişim Adresi: sedkaral@gmail.com

İlgili Makaleler

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Son Yazılar

Kategoriler

Etiketler

Copyright © 2024 İDM - İlmi Düşünce Mektebi