Gamze ŞENYAYLA[1]
Toplumsal cinsiyet meselesi, insan hakları bağlamında cinsiyete dayalı problemlerde önemli bir alana işaret etmektedir. Gerek fizyolojik ve biyolojik gerekse sosyal ve psikolojik açıdan cinsiyete ilişkin çalışmalar yapılmış ve cinsiyete özgü olabilecek nitelikler ortaya koyulmaya çalışılmıştır. Toplumsal cinsiyet ve feminizm tartışmalarında ise konu yaygın anlamıyla kadın hakları açısından ele alınmıştır. Kadın ve erkek olmak biyolojik bir cinsiyeti belirtirken toplumsal cinsiyet kavramı kültürel açıdan sosyal bağlamda eşitsizliklere vurgu yapar. Eşitsizliklere karşı çıkışlar ise feminist hareketler içerisinde vuku bulur. Kadınlar, yaşadıkları ortak problemleri çözme gayretiyle feminist hareketlerde bir araya gelmektedir. Buradaki temel karşı çıkış ise ataerkil düzene yani erkeğin üstün ve ayrıcalıklı görüldüğü düzene bir karşı çıkıştır. Temel arayış ise eşitlikçi bir sosyal, kültürel, aile, iş ve eğitim gibi ortamların oluşturulmasını sağlamaktır.
Toplumsal cinsiyet konusu geniş bir perspektifi ele almaktadır. Yalnızca kadın erkek eşitsizlikleri özelinde değil; cinsellik, etnik kimlik, kapitalizm, sağlık, beden vb. konuları toplumsal cinsiyet çerçevesinde değerlendirilmektedir. Çünkü toplumsal cinsiyet konusu doğarken sahip olunan nitelikler ile değil, sosyalleşme sürecinde üretilen rollerin içselleştirilmesi ve kabulü ile ilişkilidir. Batının kendi tarihinde yaşanan beyaz ırkın üstün kabul edilişi ve feminist hareketin buna karşı çıkışı konuya örnek verilebilir. Biyolojik cinsiyete ilişkin belirlenen roller ise kadınlık ve erkeklik görevleri olarak kabul görür. Toplum içerisinde bu rollerin beklendiği şekliyle gerçekleştirilmediği hallerde problemler meydana gelir. Kadının biyolojik yapısı esas alınarak belirlenen çocuk bakımı, ev içi emek ve kültürel yaşayış biçimi feminizmin odak noktalarından biri olmuştur. Erkek penceresinden bakıldığında da yüklenen rol ve sorumluluklar dikkat çekmektedir. Erkeğin de dışarıda ağır işlerde çalışması, evin geçimini sağlaması, iyi bir iş sahibi olma gerekliliği gibi konular toplumsal cinsiyet içerisinde tartışılmaktadır. Cinsiyetlere göre duygu ve nitelik yüklemesi de ataerkil kodlar ile içselleştirilmektedir. Erkeğin daima güçlü bir görüntüye sahip olması, yönetici vasfı olması, cesaretli olması, aktif olması, mantıklı ve sayısal yönünün ağır basmasıyla birlikte duygularını bastırarak kontrol edebilmesi beklenir. Kadının ise idareyi bilmesi, narin olması, yumuşak davranması, zayıf ve muhtaç bir görüntüde olması makul karşılanır. Toplumsal cinsiyet konusu bu içselleştirilmiş kabulü irdeler, feminizm ise bu kabule karşı çıkar.
Toplumsal cinsiyet rollerinin kabulü inşa edilmiş kimliklerin içselleştirilmesi ile söz konusu olabilir. Bireyler doğarken erillik ve dişilik özelliklerine sahipken, toplumsal yaşamı biçimlendiren kimliklerin içselleştirilmesi ailede başlayarak sosyal çevre ile devamını sürdürür. Konuya beden bağlamında bakılmak istenirse; kadının biyolojik yapısı gereği anne olabilmesi yani üreyebilmesi ondan daima beklenen bir eylemdir. Bu durum kadını edilgen bir konuma getirirken erkek bu noktada hanenin reisi olarak kabul görmektedir. Feminizm ise kadının ikincil konuma getirildiği bu gibi farklı noktalarda bir savunuculuk üstlenmektedir. Kadının evlilik kurumu içerisindeki konumu ve rolleri, kısıtlanmadan haklarını kullanabilmesi, güçsüz ve bağımlı görüntüden kurtulması, cinselliğine ilişkin öznel kararlarını verebilmesi, eğitim ve sağlık gibi konularda eşitlikçi haklara sahip olabilmesi, aile içerisinde sorumlulukların eşit bölüşüldüğü, medyada araçsallaştırılmadığı ve içerisinde yaşadığı toplum tarafından kısıtlanarak hareket ettirilmediği bir düzeni sağlama gayretini sunmak feminist çabalar ile mümkün olmaktadır.
Feminizm, kadın meselesinde böylesi özgürleşme gayreti sunarken toplumsal cinsiyet tartışmalarında bu özgürlüklerin piyasa içerisinde araçsallaştırıldığı görülmektedir. Michel Foucault’un bedenin denetim altına alınmasına ilişkin çalışmalarında Cinselliğin Tarihi (1976), Hapishanenin Doğuşu (1975) ve Deliliğin Tarihi (1961) iktidarın kurumlar vasıtasıyla bedeni kontrol altına alarak yönlendirdiğini belirtirken, kapitalist piyasa içerisinde bunun üretim aşamasında kullanıldığı söylenebilir. Kadının bedensel anlamda tüketiminden önce üretimine dikkat çekmek gerekmektedir. Kadın doğası gereği üretken bir yapıdadır. Efsanelerde, kültürlerde ve inanışlarda kadın ile toprak arasında bir bağ vardır. Toprağın bir tohumu yeşertip onu hayata sunması gibi kadın da bedeniyle bunu insan neslinin devamı için yapar. Kadının en önemli üretimi insandır. İş gücü piyasasının en önemli özelliği ise emek ve karşılık alma beklentisidir. On dokuzuncu yüzyılın temel problemlerinden olan artı değer meselesi insanların emeklerinin karşılığını alma çabasıyla bir mücadele alanına dönüşmüştür. Bu noktada kapitalizm içerisinde kadın iki kez sömürülmektedir. 1) İşte çalışarak bedeni sömürülen kadın 2) Ücretsiz emeğin söz konusu olduğu ev içi emek. Fabrika için yeni işçi üreten kadın, mevcut işçinin ihtiyaçlarını da toplumsal cinsiyet rolleri gereği ücretsiz bir şekilde karşılamaktadır.
Bedenin simgesel açıdan taşıdığı anlam tüketim toplumu içerisinde şekillenmektedir. Tüketim kültürü içerisinde beden kutsal ya da mitsel anlamlarından sıyrılarak bir arzu nesnesi haline dönüşmektedir. Maddi bir varlığın işareti olan bedenin çekici ve kabul edilebilir bir görüntü sunması gerekmektedir çünkü toplumsal varlığı inşa etmenin yolu kabul gören bir bedenin sunumu ile eş değerdir. Mağaza vitrinlerine bakıldığında bütün mankenlerin aynı ölçülere sahip olduğu görülebilir. Her iki cinsiyet özelinde aynı şekilde bakılarak düşünüldüğünde; zayıf, uzun bacaklı, uzun boyunlu ve ince belli mankenler kullanılmaktadır. Bireyler bu vitrinlere baktığında ideal bir ölçünün ideal bir kıyafet ile bütünleşmiş halini görerek yalnızca ürünü değil aynı zamanda o bedene sahip olmayı da arzulayabilir. Çünkü standart olanın kurgusu açıkça ortadadır. Yaşanılan topluma uyum sağlamanın yolu da standart eylemleri ve tüketimi gerçekleştirmekle mümkünmüş izlenimini kapitalist sistem içerisinde görmek mümkündür. Köse (2011: 78) konuyla ilgili bedene yönelik bir sosyal beden kurgusunun oluşturulduğunu ve bu kurgunun ruhsal açıdan bireyi yoksun kılarak bedenin fiziki görüntüsüne doğrudan müdahalede bulunulduğunu belirtmektedir. Bunun tüketim kültürü içerisinde şekillendirildiğini ifade ederken reklamlar, moda, diyet ve spor programları vasıtasıyla yeni pratiklerin oluşturulduğunu vurgulamaktadır. Bu pratikleri yerine getiren bireylerin ruhsal açıdan mutlu ve iyi hissetmesi beklenirken yaşlılığa karşı bir olumsuzlama ile genç kalmanın, güçlü olmanın, zayıf ve hafif kalarak hareket alanının oluşturulduğunun kurgusu oluşturulur. Bu kurgu bireye bir kabulün yanı sıra ödül olarak da bir itibar sağlamaktadır. Bu noktada kısaca denilebilir ki; bireyin içerisinde bulunduğu beden artık bir toplumsal projeye dönüşmüştür. Beden, bu proje vasıtasıyla tahakküm altına alınmış, biçimlendirilmiş, şeklini değiştirmiş ve bambaşka birine dönüşmüştür.
Kadınlar yaşadığı problemlere ilişkin ortak hissiyatlarını paylaşabilmek için feminist söylemler içerisinde şiarlar oluşturmuştur. Kendini var ettiğini ya da cinsiyet kimliğine ilişkin bağ kurduğu şiarların piyasada araçsallaştırılması ise problemli bir alandır. Piyasa, ürünlerini satabilmek için farklı stratejiler geliştirmektedir. Bunlar piyasanın meşrulaştırdığı yollardır. Ancak bu yazıda belirtilmek istenilen şey, bu tüketimin sahip olunan değerlerin dışında olduğunun altının çizilmesidir. Bir mağazada satılan ve üzerinde “Gelecek kadınların olacak” yazılı bir tişört ile bir kadının bağ kurması çok uzun sürmeyecektir. Bir tişört giyildiği zaman güçlü bir kadın olunabilir mi? Cinsiyete dayalı yaşanılan problemler bu tişört giyilerek çözülecek mi? Varlığı betimleyeceğine inandırılan şey tişörtün bu öğeyi barındırmasıdır. Piyasa ise bu tişörtü feminizme sırtını yaslayarak bu araçsallık ile satmaktadır. Bunun üzerine kadınlık kimliği kullanılarak tüketime çağrılan pek çok reklamın olduğu görülebilir. “Saçlarımın güçlü olması için X şampuanını kullanıyorum. Güçlü kadınların tercihi” sözleri sarf edilen bir reklamın tınısı kulağımıza çalındığında, “Şişman ya da zayıf olmak fark etmez, bedenini seven kadınlar için” yazısını paylaşan Y kıyafet markasına karşı bizi düşündüğüne ilişkin bağ kurmak kaçınılmaz hale gelmektedir.
Yıllarca tüketimi sağlamak için kadınların bedenini tahakküm altına alan ve şekillendirmeye çalışan piyasa, neden şimdi bedenini sevmek üzerine reklamlar yapmaktadır? Tüketimde daima ideal olan bir unsur vardır. Konu içerisinde bu ideallik ise bedenin ideal bir görüntüye sahip olması üzerine odaklanmak gerekir. İdeal kadın görüntüsü Barbie bebekken artık daha farklı bir tarife yönelmiştir. Uzun sarı saçlar, mavi gözler ve uzun bacaklı ideal kadın görüntüsü yerini, kıvrımlı ve dolgun vücut hatlarına bırakmıştır. Piyasanın sözü “Nasıl bir bedende olduğunun önemi yok. Bu ürünü kullanabilirsin” üzerineyken bile, aslında ideali daima kurgulamaktadır. Bunun için en kullanışlı şey de bedene yönelik estetik müdahaledir.
Estetik söylemleri meşruluğunu “özgürlük” ten sağlar. Bedenine istediği estetik işlemi yaptırmakta özgür olduğu düşündürülen bütün ameliyatların sonuçlarının aynı görüntüye sahip olması bir özgürlük müdür? Hokka bir burun, dolgun dudaklar, kırışıksız bir alın, büyük donuk gözler, kalkık kaşlar ve sivri uçlu bir çeneden oluşturulan yeni yüz ile elde edilen görüntü, özgürlük kavramı ile uzaktan yakından alakalı değildir. Özgürlük söylemleri içerisinde estetiğin dozu da daima meşrulaştırılmaya çalışılır. Büyük bir estetik ameliyat olmak problemli görünebilir ancak “küçük dokunuşlar” gerçekleştirilen ve iğneler ile yapılan estetik işlemleri makul karşılanmaktadır.
Piyasa “küçük dokunuşlar” ile ideali oluşturmaktadır. İdealin dışında yer aldığını hisseden bireyin yalnızlaşması ya da toplumdan kendisini yalıtması kaçınılmaz hale gelecektir. Lisede okuyan genç kadınların henüz gelişimi tamamlanmamış vücutları için estetik ameliyat talebinde bulunması, normal karşılanmaması gereken bir konudur. Zayıflayabilmek için vücuduna ihtiyacı olan besini sağlamaktan alıkoyan piyasa dayatması, ürettiği kıyafetler ve pazarlama stratejileriyle bunu zihinlere yerleştirme gayretindedir. Modanın yönü de aynı düzlemde ilerlemektedir. Büyük markalar, önemli isimlerin kıyafetlerini tedarik ederken, onların bedeninin kendi üretimine uygun bir görüntüde olmasını beklemektedir. Medya bu kurguda önemli bir yer almaktadır çünkü moda sektörü kendi reklamını ve tanıtımını bu aracılık ile gerçekleştirmektedir. Özlem Özdemir (2016) doktora tezinden türetmiş olduğu Moda Programlarında Kadın Bedeninin Metalaşması isimli makalesinde televizyonda yayınlanan bu tür programları incelemiştir. Konuyu kapitalist moda endüstrisi üzerinden değerlendirirken bu vasıtayla kadın bedeninin metalaştırıldığını ifade etmektedir. Modanın kadın bedenine doğrudan komutları ve yönlendirmeleri bulunmaktadır. Moda ile kadın bedeni bir tüketimi gerçekleştirebilmek için belirli standartlara sahip olması zorunluluğu içerirken aynı zamanda bu ürünleri satmak için de kadın bedeninin metalaştırıldığını söylemek mümkündür. Kadınlardan toplumsal cinsiyet rollerini yerine getirerek bedenlerine iyi bakmaları ve beklenen çekici/güzel görüntüye sahip olmaları istenmektedir. Kadınlara iyi ve doğru görüntüye ulaşabilmek için oluşturulan reçeteler medya vasıtasıyla sunulurken kusur kabul edilen ve güzellik standardının dışında kalan unsurları nasıl saklayacaklarına ilişkin ipuçları/ tüyolar verilmektedir. Böylelikle kadınların kendi bedenlerinden uzaklaşarak ideal bir görüntüye sahip olmak için tüketime devam etmesine ilişkin bir baskı oluşturulmaktadır.
Erkekler de bu konudan uzakta tutulmamaktadır. Piyasa, erkek bedeni için de ideal olanı sunmaktadır. Spor salonları ve beslenme alışkanlıklarının sosyal bir baskı haline dönüştürülen erkek bedeni, kadın bedeni gibi bir vitrin haline getirilmeye çalışılmaktadır. Geniş omuzlu, kaslı bir karna sahip, uzun sıkı bacaklar ile kıyafet ölçülerinin standartlaştırılmaya çalışıldığı erkek bedeni, yüzü itibariyle de aynı baskıya maruz kalmaktadır. Son yıllarda bazı erkekler de özellikle burun, çene, yanak ve saç estetiği yaptırmaktadır. İdeal sayılmak istenilen erkek bedeni üzerinden “erkek adam” söylemi ile bir tüketimin yaptırılmaya çalışıldığı dikkat çekmektedir. Bazı mağazaların üzerinde “erkeksen gel” gibi ataerkil ve baskı altına alıcı söylemler göze çarpmaktadır. Burada iletilmek istenen mesaj ise erkeğin nasıl giyinmesi gerektiğinin belirlenmesi ve bu çerçeveye uymasının komutlar vasıtasıyla gerçekleştirilmesidir. Temelde kimin ne giydiği piyasa için önemli değildir. Kime ne giydirmek istediğine piyasa zaten karar vermiştir ve gerisini toplumsal cinsiyet kodlarını araçsallaştırarak gerçekleştirmektedir. Böylelikle kime ne satacağını bilen piyasa, elindeki ürettiği ürünü satmak için de bireyin bedenini şekillendirmektedir.
Toplumsal cinsiyet açısından cinsiyetler üzerine kurulan roller de bir baskıya neden olurken, tüketim çağında bizzat bireyin nesne haline dönüşmesi kaçınılmaz hale gelmiştir. Her birey vitrin olarak görünmektedir. Ne giydiği, nasıl göründüğü ve bu görünüme nasıl kavuştuğu paylaşılması beklenen önemli bir mesele haline dönüşmüştür. Bireyin bütün bunları bir özgürlük dâhilinde olduğunu düşünerek gerçekleştirmesi ise, oluşturulan ideanın bir parçasıdır. Gerçeklikten uzaklaştırılan birey, kendi tercihleri ile yaşadığına inandığı dünya da, seçilmiş seçeneklere maruz kaldığının çoğunlukla farkına varmamaktadır. Çünkü kimlik edinebilmek ya da içerisinde bulunulan cinsiyet kimliğinin işlevlerini yerine getirmek, sosyalleşebilmenin ve kabul görmenin birincil şartı olarak pazarlanmaktadır.
Reklamlar ile bütünleşen cinsiyet söylemlerini bir başarı olarak görmek ne kadar makul olabilir? Beden olumlama hareketlerinin tartışmaları yapılırken, bu durumun bir başarı olarak ele alınması çok da makul bir yaklaşım olmayacaktır. Cinsiyet eşitliğine yönelik söylemleri markaların kullanması, onların kontrol altına alındığının değil, bu söylemlerin markalar tarafından kullanıldığının işaretidir. Kandırdığını düşündüren bir kandırmacadır. Marka için reklamını yaparken nasıl bir kitleyi ne ölçüde etkisi altına alabildiği önemlidir. Reklam sözü ile topluma bir bilinç kazandırma gayreti içerisinde olan görüntüsü, tamamen bir pazarlama stratejisidir. Bilinç kazanmak, bir reklamı izlemekle edinilmez. Reklamı izlemek, yalnızca o ürünü elde edebilme hissini doğurur. Bu tüketim hissinin özgürlük ile herhangi bir ilişkisi yoktur.
Güzellik konusu özellikle kapitalist çağda her bireyin ulaşmak istediği ve yalnızca kabul görmek değil aynı zamanda beğenilmek ve özenilmek istediği bir alan haline dönüşmüştür. Bireyler vitrin haline dönüşürken sosyal medya da bu konuda önemli bir araç görevi görmektedir. Sosyal medya platformlarında paylaşılan her bir fotoğrafın ya da videonun arka planı gayet açıktır esasında. Bir mekânın en güzel noktasında, en iyi ışık ile ve bireyin en ideal görüntüsü ile ölümsüzleştirilen karelerde ideal olma hali açıkça pazarlanmaktadır. Bedene yönelik müdahaleler photoshop (fotoğraf düzenleme) programları ile de yapılmaktadır. Yüzler uzatılmakta, gözler büyütülmekte, boylar değiştirilmekte ve fazla olduğu kabul gören kilolar silinmektedir. Ortaya çıkan yeni görüntünün gerçek görüntü ile farkları bariz bir şekilde görünebilmektedir. Sosyal medya uygulamalarının otomatik filtreleri de aynı işlevi görerek yüzün ya da bedenin ideal olan görüntüsünü anında oluşturmakta ve bireyi kendisinden uzaklaştırmaktadır. Peki, ortaya çıkan bu sosyal medya görüntüsünün gerçeklik ile arasına koyduğu mesafede gerçek kimliği belirlemenin yolu nedir? Gerçekliği manipüle ederek sunan sosyal medyanın araçları kişinin ayna ile arasına mesafe koymaktadır. Bireyi kendi bedeninin doğasına küstürmekte ve daha da kötüsü düşman etmektedir.
Kaynakça
Köse, H. (2011). Tüketim Toplumunda Bir “Sosyal Beden” Kurgusu Olarak Kadın. Selçuk İletişim, 6(4), 76-89.
Özdemir, Ö. (2016). Moda Programlarında Kadın Bedeninin Metalaşması. Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi, (25), 245-270.
[1] Doktorant, Necmettin Erbakan Üniversitesi Sosyoloji Bölümü, İletişim Adresi: gamzesenyayla29@gmail.com