MARUFUN EGEMENLİĞİ VE TARAF OLMA MESULİYETİ

Anasayfa » Fikriyat » MARUFUN EGEMENLİĞİ VE TARAF OLMA MESULİYETİ

MARUFUN EGEMENLİĞİ VE TARAF OLMA MESULİYETİ


Mustafa Eser1

Kur’an’ın maruf dediği bir amaç var. Lügat anlamı, a-r-f kökünden geldiği için, tanınan demek. Kimi ekollerce münkerin zıddı olarak kabul edilmiş ve muktedir olması adına çaba sarf etmek, inananlar için farz addedilmiştir. Marufun egemenliği için yapılan her türlü iş kulluğa dâhil edilesidir. Bu uğurda her türlü bilinçli eyleme cihad denir. 

İyiliği hep bir üretim ve bünyeden görünür bir ameliyenin neşet etmesi şeklinde anlamak bir tercihtir. Doğrudur bir yönüyle. Ama biz burada şunu iddia edeceğiz: İyilik insanın sirayetini, temasını, akışkanlığını; hâsılı ünsiyetini dizayn etmek, bunun için de olabildiğince bu meziyetlerini dizginlemektir. Şunları tutabilmeyi bana söz verene cenneti söz vereyim, diyen Efendimiz Aleyhisselam; ortak zaafımız olan, konuşma şehvetine, duyguların ve niyetlerin korunmasına ve cinselliğin güçlü ayartıcılığına dikkat çekmiştir. Tutmak zordur. Sözü, sesi, nefesi, iştahı, öfkeyi, sırrı… Tutabildiği kadar insan arınır. Tutabildiği ölçüde tutmasına sebep olan yüklerinden azade olur.

Kulluğun ispatı olarak kabul edilen ibadetleri bir çıktı ve üretim olarak görmeye meyyal olan akıl, somut ya da soyut bir neticeyi arzular. Daima hercai bir hevesle her gördüğü güzelliğe el değmek ister.  Daldan dala zıplar ve haliyle hiç bir zemine kök salamaz. Bir ömrü bu şekliyle heba etmek neredeyse olağan hale gelmiştir günümüz dünyasında. Kaydırmalı ekranların dipsiz çukurunda insanımızın kaybolması belki de bu hercailiğinden kaynaklanır. Hâlbuki daimi bir alışveriş/ünsiyet hali içinde olan insanın kulluk kalitesi, öyle zannediyorum ki kaçınılmaz ünsiyetini mahdud hale getirmesinde, temayülünü tertip edebilmesinde, hayır diyebilmesinde, odağını koruyabilmesinde; ezcümle kendini tutabilmesindedir.

Gazze mezaliminin günlerini saydığımız zamanlardan geçiyoruz. Kanıksıyoruz. Hassasiyet eşiğimiz gün geçtikçe yükseliyor. Olayların hangi boyuta ulaşacağını bilmiyor ve artık nereye ulaşırsa ulaşsın şaşıramayacak hale geliyoruz. Alışmak denen illet burada da bizi çok ürkütücü bir şekilde kuşatıyor. Teyakkuz, imanın ve imanın üzerine inşa edildiği erdemin de bir tezahürüdür. Hz. İnsan alıştıkça çürüdüğünü bilir. Alışmanın şükür cinayeti olduğunun bilincindedir. O yüzden arifler “Allah’ım hayretimi artır!” diye dua ederler. Makamımız hayret ve hayranlık makamı olduğunda kulluğumuzdan lezzet alabiliriz. O halde öfkemizi diri tutacak yolların yolcusu olmalıyız. Ne yapabilirim, sorusunu soruyorsak yola düşmüşüz demektir. Nasıl alışılır, deyip hayretini ve öfkesini muhafaza edebilme de bir tutma eylemi değil midir?

Marufun egemenliğinin sürdürülebilir olması ancak mevcut insanımızın buna rıza göstermesi hatta ötesinde bu egemenliği talep etmesi ile olur. Elbette bu, belli seviyede bilinçli olanların rızkı olacaktır. Marufun hayatı kuşatması ve diriltici nefesine izin verilmesi, marufun karşısına konumlandırılacak her ne varsa onu reddetmeyi de gerekli kılar. Hayır ile ağyarını mani tutamayan; evet ile efradını cami kılamayacaktır. Temyiz kabiliyeti kulluk için elzemdir. Ama muhalif olmak bazen bir savrulma şekline de dönüşebilir. Muhalif olduğunuz olgu her ne ise anlamadan onu asıl olana konumlandırmış oluverir insan. İmanın ilanı olan Kelime-i Tevhid’in de ilk kelimesi olan “La!” itirazı/reddiyesi ya da hayır beyanında da olduğu şekliyle, reddettiğinizi merkeze koymak durduğunuz yerin, reddettiklerinizden beri, hakkın yanında olduğu anlamına gelir. Yoksa varlığınızı muhalefet etme üzerine inşa ettiğiniz anlamına değil. Burada bir merkez gösterilecekse bu elbette hakkın ve hakikatin kendisi olurdu.

Gazze direnişi evveli ve ahiri ile çok katmanlı ve anlaşılması emek isteyen bir mesele. Ama çok büyük bir ortak paydadan, çok temelden bir talepte bulunuyoruz bazen. Yankı da buluyor asgari müştereklerin güvenli bölgesinden yapılan çağrı. İnşa etmek için makul bir zemindir burası. Ama marufun egemenliği, daha net sınırlar ister. Direniş mücahitlerinin durduğu yerden ve bunu beyan etmelerindeki netliğe sahip olmaktan bahsediyorum. Köşeleri yuvarlak cümlelerin sadra şifa olmadığını ifade etmek istiyorum. Mezalim karşısına kontrollü gerilimlerin yaratıcı bir güce sahip olduğunu iddia ediyorum. Duygusallığın belli bir dozda her daim hayatımızda olması gerektiğini savunuyorum. Gerçekçi düşünceyi reddetmeden, dünya siyasetinin parametrelerini, devletlerin ve siyasi oluşumların maslahatını gözetmek adına yapılan her türlü gaz alma operasyonlarının merdud olduğunu düşünüyorum. 

Reel düşünebilme bir marifet. Hatta saf düşünce ne kadarı mümkünse o denli kıymetli belki. Mevcut parametreleri, var olan gerçekliği ıskalamayalım, evet. Ama bizim de, yeter, diye haykıracağımız yer neresi? Bizim mukaddesatımızın sathı ve çiğnenmemesi gereken namusumuzun hududu neresi? İnsani değerlerin aslında İslami değerler olduğunu ispat etme çabasının İslam’ı sevimli gösterme azciyetine düşürmesi tehlikesinden korkmalıyız. Yaranacağımız tek merci Âlemlerin Rabbi Allah’tır. Nasıl mı yapacağız, Gazze Direnişi’ne gözlerimizi ayırmadan bakalım, cevabı orada bulacağız.

O halde aşk ile bağıralım: 

Yaşasın Aksa Tufanı!

Kahrolsun Terörist İsrail ve yandaşları!


  1. mustafaeseracz@gmail.com ↩︎

İlgili Makaleler

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Son Yazılar

Kategoriler

Etiketler