Mustafa AYDIN [1]
Bir aydır İsrail, 2 milyon civarında bir nüfusa sahip olan Gazze topluluğunun üzerine ateş yağdırıyor. Çoğu insan tabir caizse atandan değil de atılan taştan hareketle bir şeyler söylüyor. Bir modern mantık alışkanlığına bağlı olarak sebep-sonuç ilişkisi çerçevesinde inanç, değer ve anlam dünyasını işin içine katmadan görünen olgulardan hareketle, mutlak doğru olduğuna inandığı kanaatler serdediyor. Çünkü olup bitenleri gözlemleyenlerin büyük bir kısmının gördüğü olayları üzerine yerleştirebileceği bir anlam dünyası yok. Onun için de gözlemlediği eylemlerin aktörlerinin arka plandaki plan ve kanaatlerini okuyamıyor, o zaman da ortalıkta dolaşan paradigmalara mahkûm oluyor. Belki işin daha kötüsü nereden aldığını bilemediği bu düşünceleri kendi görüşleri zannediyor ve tabi sahiplendiği için de kararlılıkla savunuyor.
Bu çerçevede mesela dünün İslamcı yazarlarının bile tekrarlayıp durduğu şu görüşler böylesi fikir kırıntılarıdır: “Hamas durduk yerde Gazze’yi ateş çemberinin içine attı. Gassam Tugaylarının aldığı bu karardan Hamas’ın bile haberi yokmuş. Hamas bir terör örgütüdür, esasen İslam ülkelerinin özellikle resmi zevatının çoğu da onu bir terör örgütü olarak kabul ediyor ve yardım etmekten imtina ediyor. Bu bağlamda Türkiye de Hamas’a karşı bir mesafe koymalıdır. Hamas ve temsilcisi birlikler bir güce sahip olmadıkları gibi ciddi bir plana da sahip değildirler..” vb.
Bu kadar tutarsız düşünmeyenlerin de üzerinde durdukları şeyler fiili sürece ilişkin olaylardır. Hele Siyonizm’e çanak tutan Batı dünyasının siyasi güçlerinden, birer araç değer olarak kullandıklarından şüphe bulunmayan insan hakları, uluslararası hukuk vesaire gibi içi boşaltılıp istendiği şekilde doldurulabilen ilkelerden medet ummak gibi garip bir durum ortaya çıkıyor. Bu da üzerinde konuşulanları iyiden anlamsız kılıyor. 1975 yılında Siyonizm’i, mücadele edilmesi gerekli bir ideoloji olarak kabul eden Birleşmiş Milletlerin kararının altından çok sular akmış, bu faşist ideolojinin uygulayıcısı olan İsrail’in Filistin’e yaptığı katliamların hesabı sorulamamış, alınan bazı olumlu kararlar da işlevsiz kalmıştır. İsrail buradan bir şey çıkmayacağından emin olduğu için hesaba bile katmamıştır.
Burada önemli olan öncelikle Müslümanların sorunu iyi anlayabilmeleridir. Bunun için önümüzde, doğru cevaplandırılması gerekli bir düzineyi aşkın soru bulunmaktadır. Bunların bir kısmı şöyle sıralanabilir:
Yahudilik nedir, bir din mi yoksa bir ırk mıdır? Siyonizm nedir, kimin ideolojisidir ve kime hizmet etmektedir? Bir harami üssü gibi çalışan İsrail nedir, mevcut küresel siyasetteki işlevi nedir? Yahudiler tarih boyunca her daraldığında sığındığı Müslümanları niçin düşman bilmektedir? Hristiyan dünyası peygamberlerini çarmıha gererek öldürdüğüne inandıkları Yahudilerle niçin dosttur? Mevcut olaylar üzerinden sıkça tekrarlandığı gibi Batı İsrail’e bir diyet borcu mu ödüyor, ödüyorsa bu neyin karşılığıdır? Medet umduğumuz Batının, bu tür konularda dayanacağı yüksek değerleri var mıdır ve mesela Batının insan hakları ilkesi bir yüksek değer midir? İslam dünyasının özellikle yöneticileri doğrudan olmasa bile dolaylı olarak niçin Gazze’nin değil de İsrail’in yanında yer almaktadırlar? Filistin Müslümanlar için ne anlam ifade eder, sorun birilerinin herhangi bir yeri işgali midir? Hamas bir terör örgütü müdür, terör örgütüyse devlet kaşesi taşıyan ve varlı yoklu hep bir saldırı halinde bulunan İsrail terörist değil, barışçıl bir devlet midir? Bu soruların cevaplarına ve yaşanan sürece bakılarak muhtemel gelecek için neler söylenebilir? Sınırlı bir yazı çerçevesinde bütün bu soruları tek tek cevaplandırma imkânımız yoksa da genel bir değerlendirmede bulunabiliriz.
Tarihsel çerçeve: Genel olarak Yahudilik, bir din mi yoksa bir ırk mıdır?
Gerçekten, karşısındaki silahlı Hamas elemanları yerine hastane, okul, Pazar yeri gibi savaşla doğrudan ilgisi olmayan masum insan kitlelerine, özellikle sivil halkın topluca yaşadığı yerler üzerine bomba yağdıran bir topluluk, bir etnisite ise nasıl bir ırktır, dini bir cemaatse ve özellikle de bir semavi din kalıntısıysa bu nasıl bir dindir? Bu işin odağında bulunan ve bir harami üssü gibi çalışan İsrail neyin nesidir? Kur’an’da uzunca anlatılan ve genel yapısı itibariyle bu serkeş kavim nedir?
İsrail, bu topluluğu ifade etmede kullanılan en belirgin nitelemedir. Elimizdeki mevcut tarihi bilgilerimize göre İsrail kavmi, İbrani olarak nitelenen bir topluluğun uzantısıdır. İbraniler Sümerlerin dağılışından sonra göçebe olarak yaşayan ve nihayet o zamanlar Kenan ili olarak bilinen Filistin’e yerleşen bir bedevi (kaba) topluluktur. İbranice konuşmaktadırlar ama İbranice onlara ait bir dil değil, daha kapsamlı bir kavim olan Sami milletlerinin genel bir dilidir. Allah bu kaba diyebileceğimiz topluma yol göstermek için peygamberler göndermiş ki bunların başlangıçlarında Yakup peygamber yer almaktadır, bu dönem kavmi bir dönemeçtir.
Esasen İsrail nitelemesi Yakup Peygamberin lakabıdır. Genel anlamı itibariyle İsrail oğulları Yakup oğulları demektir. Ne var ki Allah kutsal metinlerde bunlar için İsrail oğulları ifadesini kullanırken onlar İsrail oğulları için bir özelleştirme yapmışlar ve kendilerini Yakup Aleyhisselam’ın büyükten küçüğe, dördüncü oğlu Yahuda’ya nispet etmişlerdir. Yani burada bir sapma göstermişlerdir. Bu sapmalar da dünden bugüne sürüp gelmiştir. Mesela diğer peygamberler için uydurdukları iftiralar gibi (ki peygamberlerden öldürdükleri bile vardır) Yakup peygamber için de bazı isnatlarda bulunmuşlardır. Bir başkasının topuğundan tutan anlamı verdikleri İsrail, uydurdukları mitolojiye göre, doğum esnasında ikiz kardeşinin önce doğmasını engellemek için topuğundan tutup çekmesinden geliyormuş. Yani sonunda bir peygamber olacak olan Yakup (ki kendisini tenzih ederiz), daha doğarken bir hile düşünmüş. Tarihi süreçten anlıyoruz ki o bedevi halleri bütünüyle kaybolmamış, kardeşleri, Yusuf’u su kuyusuna atarak kendisinden kurtulmayı düşünmüşler, ama Allah onu Mısır’a Sultan yapmıştır.
Yusuf, kardeşlerini medeni bir yer olan Mısır’a yerleştirmiş, ama onlar serkeşliklerini bir türlü bırakmamışlar. Yukarıda da belirtildiği üzere ilk elde kendilerini Yakub’un, 4. oğlu Yahuda’ya nispet etmişler ki Yahudi ismi bundan gelmektedir. Semavi bir din olan ve Hz. Musa’ya vahyedilen Tevrat’a dayanan genel anlamdaki İslam dini çok da uzun olmayan bir zaman içinde Yahuda topluluğunun, kendince düzenlediği bir tür yapay dine, bir kavme ait özel külte dönüşmüş. Kutsal metinlerden anladığımıza göre İsrail oğullarının serkeşliği hep sürmüş, Mısır’da fitne ve fesatçılık yapmışlar, şehrin kenarında bir mahallede tecrit edilmişler. Hükümdar hiç de hakkaniyetli olmayan bir karar almış, halka karışmalarına da, orayı terk edip gitmelerine de izin vermemiş, hatta içlerinden kendisine rakip bir öncü çıkabileceği kaygısıyla İsrail oğullarının yeni doğan erkek çocuklarının öldürülmesi kararını vermiş.
Öyle anlaşılıyor ki Allah bu kavme böylesi örnek zulümler konusunda bir duyarlılık mesajı vermiş, ama bu onlarda hiç de kalıcı bir etki yapmamış. O zamanki 2. Ramses’in Mısır’da kaç İsrailli çocuk öldürdüğünü bilmiyoruz, ama bugün İsrail bu son saldırısında üç bini aşan yakın çocuk öldürmüş bulunuyor ve bundan da hiçbir sıkıntısı yok, hiçbir nedamet duymuyor. Gerekçesi, itiraftan bile utanmadığı Firavun’un gerekçesinin aynısı “ilerde bu Filistinli çocuklar karşısına birer düşman olarak çıkacaklar, en iyisi bunları daha çocukken öldürmek ve işi kökünden çözmektir”.
Allah, kavmin içinden çıkardığı Musa peygambere o zamanlarda Mısır’da mağdur durumda olan İsrail oğullarını oradan alıp götürmesi görevini vermiş. Bu işi gerçekleştirebilmesi için de lütuflarda bulunmuş Kızıldeniz’i geçirmiş, düşmanlarını def etmiş, ama onların önemli bir kısmı isyankarlığı bırakmamış, Hz. Musa’ya adım başı engel çıkarmışlar: Bir gün “Allah’a söyle bize bıldırcın eti ve helva göndersin”, bir başka gün “et ve helvadan bıktık, bize soğan sarımsak versin” vb. demişler. Hz. Musa’nın Tur’da vahiy almak için ayrıldığı 40 gün içinde altından buzağı yapıp tapmışlar. Yine bir keresinde “Şöyle iki taraflı duracağız, Allah aramızdan bir gelip geçmezse asla inanmayacağız” deme küstahlığını göstermişler. 35 yılda iyice yorulan Musa Allah’tan affını dileyip kendisini almasını istemiş. Bu serkeşlik günümüze kadar süre gelmiş, günümüzde de ifsada devam ediyor.
Hz. Musa kavmini nereye götüreceğini sormuş, Allah da gitmek için müsait bulunan Filistin bölgesine götürmesini emretmişti ki yukarıda da geçtiği üzere burası ile önceden de bir bağlantıları vardı. Bugün hala tekrarlaya geldikleri “vadedilmiş toprak” iddiası da buradan gelmektedir. Evet Allah o zaman Filistin’i İsrail oğullarına hedef göstermişti. Ama bu o zamana ait bir işti. Allah hiçbir topluma bir toprak parçasını ebedi bir yurt kılmamış, böyle bir vaatte de bulunmamıştır. Toprak ellerde dolaşır, üzerindeki bozguncuları giderir yerine başkalarını getirir. Toprak bağımlılığı hiçbir yüksek tipli dinin ilkesi olamaz. Toprak ırkçılığı din dışı, ırkçı faşist bir davranıştır. Hele bu sapık inanç gereği çevresini fesada boğmak, değil din, genel bir insanlık ilkesiyle bile bağdaştırılamaz.
İsrail oğulları başka peygamberlerin rehberliğinde nihayet Filistin’e ulaştılar. Ama sürekli ve medeni bir topluluk olamadılar. Hz. Davut ve Süleyman’ın iktidarlarından sonra iyiden bir fesat şebekesi haline geldiler, çevreyi çok rahatsız ettiler. Zamanın yalnızca gücü yeten mahalli yönetimleri değil, kendisini adalet dağıtma yükümlüsü gören Keldaniler, Roma gibi küresel iktidarlar, Yahudileri sık sık cezalandırdılar, hatta çözümü İsrail kavmini sürgün edip Filistin’i boşaltmada gördüler. Mesela Babil kralı Buhtunnasr büyük bir kırım yaptı, Yahudilerin Filistin’e girip çıkmalarını yasakladı.
Başkaldırmalar, fesatçılıklar ve bunlara bağlı sürgünler, itilip kakılmalar, ötelenmeler, tarih boyunca sürüp geldi. Dünyanın değişik yerlerinde paramparça yaşamaya mecbur kaldılar. Kendilerine özgü bir toprak ve buna bağlı bir yerleşik hayatları olmadığı için bir kültür ve medeniyetleri de var olmadı. Seyyarlıklarına bağlı olarak başta vatan olmak üzere gayri menkul edinmediler, daha çok ticaret para spekülatörlüğü gibi menkul işlerle uğraştılar, En rahat oldukları yerler İslam ülkeleriydi, çükü Müslümanlar, Yahudiliği tüm bozulmuşluğuna rağmen Tevrat’a dayalı bir ehli kitap olarak gördüler; acıyıp, ilgi gösterdiler.
Bu tarihsel süreçte Yahudiler düşünce ürettiler. Ancak bu işi kendilerine ait bir medeniyetleri, dolayısıyla ilkeleri ve paradigmaları olmadığı için, başka medeniyetlere dahil olarak onlar üzerinden yaptılar. Yani ürettikleri düşünceyi içinde bulundukları kültürlerin paradigmalarıyla gerçekleştirdiler. Böylece başarıları da bir başka medeniyete ait kabul edildi. Mesela Abbasi ve Endülüs medeniyetlerinde meşhur Yahudi düşünürler çıktı, ama bunlar İslam kültürünü temsil ettiler. Mesela Endülüslü meşhur İslam medeniyet düşünürü İbni Meymun Yahudi’dir. Batının son modern kültürü döneminde de aynı şeyler yaşandı., Baruch Spinoza, Albert Einstein Claud Levy Straus, Hannah Arendt, Herbert Marcus, Henri Bergson, içinde bulundukları Batı kültürünü temsil ettiler, özgün felsefeler de ürettiler. Ama Yahudiliğe mal edilebilecek bir taraf yoktur. İsrailli felsefe Tarihçisi Bohor İsrail, Antikçağın Grek Felsefesini bir Yahudilik başarısı olarak görüyor ve “Eflatun da kim, Grekçe söyleyip yazan bir Musa’dır” diyorsa da Tevrat ile Grek felsefesi arasında bir bağ kurmak mümkün değildir.
Yahudilik 19. yüzyıldan itibaren politize edilip oluşturulan küresel siyasette kullanışlı hale getirildi. Esasen o yüzyılın sonunda oluşturulan küresel siyasetin iki önemli aktörü vardı: İslam dünyasının temsilcisi olan Osmanlı’ya son vermek ve dünya Yahudiliğini etkin bir biçimde kullanmak. O dönemlerde emperyalizmin merkezi konumunda olan İngiltere’de 1904 de başlayan ve dört yıl süren kapsamlı bir komisyon çalışmasının sonunda Yahudileri İslam dünyasının kalbi durumunda olan Filistin’e yerleştirmek, bir hançer gibi saplamak karanına ulaşıldı. Bu durum aslında vatansız beynelmilel Yahudiliğe bir vatan bulmaktan öte bir şeydi. Öncelikli amaç, İslam dünyasını kontrol altına almaktı. Bunun için de bir seri faaliyet yürütüldü. İdeolojiler üretildi, emperyalizmin en uç noktalarında söylemler geliştirildi. Haçlılar kendi dinleri açısından Kudüs’ü kutsal yerlerinden birisi olarak görmelerine rağmen bekledikleri sonuçlar açısından tabir caizse Yahudiliğe hediye ettiler.
Yahudiliğin kutsal kitabına atıfla meşrulaştırılmaya çalışılmış bir emperyalist söylem oluşturuldu. Yani elindeki kitapta semavi din çizgisinden saptırılmış diğer toplumlarla ilişkisinde hakkaniyet duygularını yıkan pek çok cümle yer almaktadır. Sözüm ona bu seçilmiş toplum (!) insanlığın tepesinde Sofoklesin kılıcı gibi sallanmaktadır. Bu cümlelerden bazı örnekler:
“Rab Yehova seni yeryüzünde bulunan kavimlerin cümlesinden üstün ve kendisine has bir kavim olarak seçti” (Tesniye 14/1). “Böylece bütün krallar sana secde kılsınlar, bütün milletler sana kulluk etsinler” (Mezmurlar 72/11). “Saban demirlerinizi kılıç, bağcı bıçaklarınızı mızrak yapın” (Yoel 3/9-10).
Buna karşılık onun hükümranlığı altında nice toplum tam da bunun aksine ‘kılıçlarını saban demiri, mızraklarını bağcı bıçakları yapacak’ (İşaya 20). “Milletlerin sütünü, kralların memesini emeceksin, servetlerini yiyeceksin” (İşaya 60/16). “Seni milletler ve memleketler üzerine kökten koparmak ve yıkmak, yok etmek ve bozmak, sonra da bina etmek ve dikmek için tayin ettim” (Yeremya 1/10). “Yabancılar durup sürülerinizi güdecek ve ecnebiler çiftçileriniz ve bağcılarınız olacak” İşaya 61/5-6).
Öyle anlaşılıyor ki bu metinler bir kutsal kitabın tarihsel okumalarından çok güncel ideolojik okumalarıdır. Elbette Yahudilik bütünüyle bu cümlelere indirgenemez, ama bu cümleler mevcut bir zihniyet oluşumuna da ışık tutar. Siyonizm adı verilen ideoloji, bu söylem üzerine oturtulmuştur.
Siyonizm nedir, kimin ideolojisidir, kime hizmet etmektedir?
Siyonizm, Yahudiliğin ideolojik yapısını ifade eden bir kavramdır ve siyon kavramı çevresinde oluşturulmuş ideoloji demektir. Siyon ise Kudüs’teki bir tepenin adıdır. Bir ideoloji olarak Siyonizm ise bu tepenin merkez olduğu ve bunun çevresinde bütün dünya ülkelerinin hizmetçi olarak konumlandığı Yahudi evrensel devleti idealidir. Aslında bu ideal bir hayal ürünüdür. Yahudiliğin tarihte süreklilik kazanmış bir devleti olmadığı için bu konuda hiçbir siyasal tecrübesi de yoktur. İsrail, dünya devleti değil, 150 yıldan beri bir bölgesel devlet bile kuramamıştır. Bugün İsrail tabir caizse bir taşra tiyatrosudur. Bir siyasi organizasyon, daha doğrusu bir örgüttür. Mesela bugün Filistin üzerinden gerçekleştirdiği hastane, okul, Pazar yeri, sığınmacı kampı gibi yerleri bombalamaya dayalı eylemleri bir devlet işi değil, bir terör eylemidir. Terör eylemleri karşı legal gücü kırmaya yönelik değil, kendisine bir şey kazandırmamasına rağmen sadece karşısındaki topluluğa zarar vermek ve hatta mümkünse yok etmek üzerine kurulu ilkel bir mücadele biçimidir.
Bu açıdan bakıldığında Siyonizm, Yahudiler üzerinden işletiliyorsa da sırf Yahudi üretimi bir ideoloji değildir. İslam karşıtı Batı kökenli küresel siyasetin bir kurgusudur. Yani genelde Siyonizm mevcut küresel emperyalizmin bağlı bulunduğu ideoloji olarak gözükse de o emperyalizmin beyni değildir. Aksine Siyonizm’in beyni küresel emperyalizmdir. Bütün Batı desteklerinin arkasında yatan neden de ancak böyle açıklanabilir. Batının Siyonizm’in üssü olan İsrail’e olan sevgisi sırf bir Yahudi sevgisi değildir, İsrail’in taşıdığı misyona olan sevgidir. İsrail, Batının öncü timi, İslam dünyasındaki ileri karakoludur. Onun için İsrail’in çökmesi Batının en büyük ideallerinden birisinin çökmesi demektir.
Ancak ne yaparsa yapsın İsrail sevgisi siyasal düzeyde bir olgudur. Yönetici seçkinlerinin kendilerine görev bildikleri bir iştir. Zom olmamış halk katları, işi bu düzeyde ele alamadıkları için İsrail’in yaptıklarını bir katliam olarak görmekte ve sokaklarda lanetleyebilmektedirler.
Yahudilerden daha fazlasıyla İslam karşıtı Batılı küresel siyasetin gönül bağladığı Siyonizm, tabii ki Yahudilikten nemalanmaktadır. Ancak burada Yahudilik kelimesini dikkatli kullanmak gerekiyor. Yukarıda da bahsedildiği üzere Türkçede kullandığımız Yahudilik hem bir dini hem de bir ideolojiyi ve tabi ırkı ifade etmektedir. Yahudilik, İsrail oğullarının kendilerine göre değiştirmiş, adını bozmuş olsalar da bir dini ifade ediyor, Judaizm kavramı bir mutlak ideoloji, bir kültürdür. Batılı aydınlar özellikle kültür ve medeniyet tarihçileri mevcut Batı Medeniyetini, Judeo-Grek- Roma Kültürü, Hristiyan dini ve modern Batı düşüncesi bileşkesinde ortaya çıkmış bir oluğu kabul etmektedirler. Burada Yahudiliği (Judaizm) bir din olarak değil, bir kültür ve ideoloji olarak görmüş olmalarının altını özel olarak çizmeliyiz.
Siyonizm’in Batılılar tarafından rahatlıkla kabul edilebilir görülmesinin sebebi de bu olmalıdır. Yani Judaizm doğal bir din olmaktan ötede, şiddetin alt yapısını oluşturabilecek bir ideolojidir. Bu açıdan bakıldığında bu tür bir Yahudilik anlayışını, Musa’nın Firavun karşısında dile getirdiği “Alemlerin Rabbi olan bir Allah’a” ve onun elçisi Musa’ya samimiyetle inanan bir dindarlık olarak görmek herhalde mümkün değildir. Esasen bu ideolojiyi İsrail’de başından beri ön planda ısrarla savunup destekleyenler bir laik aydın kesimidir.
Cevap Arayan Sorular
Tarih boyunca Yahudiler sırf ideolojik değil, daha çok fesatçılıklarından dolayı itilip kakıldılar, pek çok yerde zulüm gördüler. 15. Yüzyılda İspanya’dan sürüldüler. 20. Yüzyılda Rusya’da sıkıntılı bir dönem yaşadılar. Hitler Almanya’sında katliama uğradılar, vb. Müslümanlardan asla zarar görmediler. Aksine o zulümler karşısında Müslüman ülkeler bir sığınak görevi yaptılar. Osmanlı İspanya’dan sürülüp yurtsuz yuvasız kalan Yahudileri ülkesine kabul etti ve bu kavme karşı iyi niyetini gösterdi. Cumhuriyet Türkiye’si 1933’lerde Hitler katliamından kaçın çoğu üniversite hocası Yahudileri kabul etti, üniversite kurma görevi gibi güven isteyen işleri tereddüt etmeden kendilerine tevdi etti.
Ama o şimdi yapılan iyiliklere karşılık kin ve öfkesini Filistin Müslümanlarının üzerine boca ediyor. Bununla kalmaya da niyeti yok, Yakın vadede Ürdün, Lübnan, Suriye gibi küçük çevre ülkelerini işgal ettikten sonra uzun vadede Türkiye, Mısır, Suudi Arabistan ve İran’ı işgal etmeyi planlıyor. Böylesi bir vefasızlık bile tarih boyunca itilip kakılacak bir karakter yapısını açıklayacak niteliktedir. Tabi bu projeler bu basit topluluğun yapabileceği bir iş değildir. Yapabileceği iş küresel siyasete koçbaşılık yapmaktan ibarettir. Öyle ki bu hareketten sonra Kudüs’ü avuçlarının içinde sayan küresel siyaset, Müslümanları daha bir tedirgin edebilmek için Kâbe üzerinden planlan yapmaktadır. Yeni olmayan bu proje güncellenmek istenmektedir.
Bir kere daha belirtelim ki Hristiyan dünyasının bu projeleri, Yahudi dostluğuna değil, İslam düşmanlığı üzerine oturmaktadır. Daha tehlikeli gördükleri bir düşmana karşı peygamberlerini çarmıha gererek öldürdüğüne inandıkları Yahudilerle ittifakı yeğlemektedirler. Savaş stratejilerine göre müttefik, gerçek dost değil, düşmandan sonraki düşmandır. Zorunlu bir dosttur. Bunak nitelemesiyle maruf ABD başkanı Joe Biden gayet yerinde bir kafayla “İsrail olmasaydı, bir İsrail yaratmak zorundaydık” diyor ki bu bizim anlatmak istediğimiz noktayı gayet iyi açıklıyor. Mevcut İsrail bir misyon için vardır.
Sıkça tekrarlandığı gibi Batı İsrail’e bir diyet borcu ödüyor, ama bu ödenen borç bana göre İsrail’in geçmişte onlara yaptığı bir iyiliğin veya Yahudilere verdikleri sıkıntıların telafisi değildir. Gelecekte yapacaklarına dair tabir caizse bir promosyondur. Bu diyet çerçevesinde, insanlık dışı davranışlarında bile her türlü desteği vermekte sakınca görmemektedirler. İlgi çekicidir ki 1975 yılında BM Güvenlik Konseyi zararlı ideolojiler bağlamında Siyonizm’i zararlı ve dolayısıyla mücadele edilmesi gerekli ideolojiler listesine almıştı. Tabii ki İsrail ile ilgili alınan tüm kararlarda olduğu gibi bu karar da uygulanmadı. Ama bugün BM’nin böyle bir karar alması mümkün değildir. Bu da dünyanın güvenliği için kurulmuş bir teşkilatın nereden nereye geldiğini göstermektedir.
Dünya gerçekten ilginç bir süreç yaşıyor. Ortak ve yüksek kabul edilen değerler hızla miadını dolduruyor. Bu süreçte Batı fevkalade olumsuz bir rol oynuyor. Batının artık başkalarına pazarlayıp üstünlük taslayacağı “yüksek” diye niteleyebileceği değerleri yok. İnsan hakları, demokrasi, Uluslararası pozitif hukuk, vb. içleri boşaltılmış sloganlar haline gelmektedirler. Esasen hangi konu ile ilgili olursa olsun toplumların icat ettiği değerler yüksek değerler olamazlar. İcat edenler onun kurallarını gönüllerince değiştirirler. Mesela soy kırımını, soy kırması gerekenin hakkı; askeri bir darbeyi de demokrasiyi koruyup kollamanın bir gereği olarak görebilirler. Buna karşılık hak, adalet, hakkaniyet, yardımseverlik, merhamet gibi değerler yüksek değerlerdir, hiçbir toplumun icadı değildirler ve kimse bunların kuralını değiştiremez. Ancak araç değer yerine kullanılabilir ki bu herkesin bildiği bir ihlal olur ki şu anda Batının insanlığa yaşattığı da budur.
Yüksek değerlerin sonuçsuz kalması bunların araç değer olarak kullanılması, çıkar için göz ardı edilmesinden kaynaklanır. Irkı, dini, mezhebi, kültürünün adı ne olursa olsun yüksek değerlerin yanında duramamak bir insanlık kusurudur. Sosyolojide anomi (değer kaybı) olarak nitelendirilen ve bir toplum içinde yaşanan hastalık bugün küresel boyutta yaşanmakta ve dünyayı karartmaktadır. Ülkelerin tepesindeki küresel siyaset temsilcisi yöneticiler bugün dünyayı bir değersizlikle idare etmektedirler.
Bu durum bir küresel hegemoni tarafından da baskılanmaktadır. Onun için mesela İslam ülkelerinin yöneticileri Gazze’nin yanında değil, doğrudan olmasa bile dolaylı olarak İsrail’in yanında yer alabilmektedirler. Bir gerekçe ise her zaman bulunabilir. Aklileştirme süreci her zaman istenilen mazereti üretebilir. Mesela burada Hamas’ın bir terör örgütü olarak nitelendirilmesi yeterli bir mazeret teşkil eder. İşin esası Hamas’ın birilerinin kendilerinden onu bir terör örgütü olarak görmesini beklemesidir. Terör ile ilgili bir ölçümüz, kuralımız varsa görürüz ki terörist devamlı tepesine bomba yağdırılan, içinde oturdukları evleri üzerine yıkılan Hamas değil, bunu yapan devlet kılıklı İsrail’dir.
Yapıp etmelerinden hareketle denebilir ki İsrail, normal bir devlet değildir. Bir kere ülkesinin sınırları, halkın boyutları belli değil, dolayısıyla bir siyasal örgüttür. Devlet sıfatıyla yaptıkları işler de bir devlet işi değil, bir terör örgütü işidir. Bir devlet, savaş diye yaptığı bir eylemde doğrudan savaşla ilgisi olmayan sivil halkın toplandığı yerleri bombalamaz. Silahlı kuvvetler silahlı kuvvetlerle çatışır. Karşınıza aldıklarınız silahlı güçler değilse, yaptığınız savaş değil, karşıt gördüğünüz bir topluma sırf zarar verme ve hatta bir ortadan kaldırma girişimidir ki bu bir terörizmdir.
Bu konuda Müslümanların geniş bir kesimi maalesef sağlıklı bir bilgi ve kanaate sahip değildirler. Bir kısmı “Filistin’den bize ne” derken, diğer bir kesim “Hamas’ın yanında mı yer alacağız” diyebiliyor. Hatta bu konuda yapılabilecek girişimlere “iktidarın oy avcılığı” olarak bakan akıl yoksunu kişiler bile bulunmaktadır. Öncelikle belirtmeliyiz ki “Filistin Sorunu” yalnızca Filistin ile ilgili bir sorun olmadığı gibi İsrail de sadece Hamas’ın başının belası değildir. Bu sorun topyekûn bir ümmetin bugünü ve özellikle yarını ile ilgili bir sorundur. İsrail İslam’a karşı açılmış sınırsız bir savaşın en belirgin üslerinden birisidir. Osmanlı’nın Filistin duyarlılığını hala eleştirenler görülen bu sonuçlardan sonra susma erdemliliğini göstermelidirler. Kaldı ki Filistin Müslümanların ilk topraklarından birisidir, aynı zamanda ilk kıblemizdir, burada samimi bir Müslüman cemaat yaşamaktadır. O bizim bir uzvumuzdur.
Filistin-İsrail ekseninde yer alan sorunun çözümünde umut verici noktalar yok değildir. Bir kere burada ümmetin inançlı ve cesur bir kesimi bulunmaktadır. Diğer taraftan sivil dünya kamuoyu gittikçe emperyalizmin uşağı yöneticilerinden farklı düşünür hale gelmektedirler. Bu olumlu sivil kamuoyu Yahudi kimlikli geniş bir kesim için de geçerlidir. Bu çizgiyi onaylamayan bir kesim vardır. Tökezlemenin eşiğinde bulunan Amerika mukadder akıbetle yüzsüze iktidarını onun garantisine bağlayan İslam ülkelerinin yöneticileri gerçeği kabul etmek zorunda kalacaklardır. Yoksa Doğulu Batılı resmi zevatın vicdanına sığınmanın bir anlamı yoktur.
[1] Prof. Dr., Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi.