Bir Eğitim Modeli Önerisi Olarak Rabbani Metot

Anasayfa » Fikriyat » Bir Eğitim Modeli Önerisi Olarak Rabbani Metot

Bir Eğitim Modeli Önerisi Olarak Rabbani Metot

Yasin Bayır1


İnsanlık tarihi boyunca toplumlar arasında savaşlar ve kaoslar eksik  olmamıştır. Yaşanan bu kanlı ve zulüm dolu kargaşanın bir başka boyutu daha vardır ki o da eğitimle ve kalem ile yapılan mücadeledir. Her toplum harp meydanında savaşacak asker  yetiştirmiştir. Toplumlar için kendi vatanlarının salahiyeti ve istikbali için askerler önemlidir.  Lakin bir de toplum içerisinde, kalem ile teçhiz olup; ilimleriyle, cahil ordularını galebe çalacak  muhafızların yetiştirilmesi de en az eli silahlı askerler kadar son derece elzemdir. Bir toplum ki  gayesi Nizam-ı Âlem ola; o zaman eli silahlı asker kadar eli kalemli, mürekkep yalamış, bir  yönüyle aydın bir yönüyle de âlim olan öncüler yetiştirmesi lazım gelir. Sadece  aydın/münevver olması yetmeyeceği gibi, sadece âlim olması da eksik kalacaktır. Modern  çağın bunalımlarından birisi de tam olarak budur. Âlim düzeyindeki ehlisünnet camianın  öncüleri, ne yazık ki dünyayı ve ülkemizin siyasetini iyi okuyamamaktadırlar. Sağlam bir Arapçayı  ve klasik medrese ilimlerini tahsil etmişlerdir. Sağlam bir Arap dili grameri bilmek ya da siyeri, hadisi, kelamı, akaidi, fıkıhı, tefsiri ila ahir bunları iyi öğrenip uzmanlaşmak kişiyi sadece âlim  yapar. Lakin modern çağın sorunlarına uygun bir reçete yazmak veyahut da Orta Doğu’yu ve  Batı’yı iyi okumak bu ilimlerin tahsil edilmesiyle olacak bir iş değildir. Gel gelelim diğer bir  taraftan ise beşeri ilimleri tahsil edip alanında uzmanlaşan aydın/münevver şahsiyetli Müslümanlara; bu kimselerin tahrifatları sadece âlim olanların tahrifatından daha ziyadedir.  Âlim olan bir kişi toplumun sorunları ile alakalı bir konuda görüş beyan ederken şeriata  mugayyir konuşmaz. Ortaya attığı yorum her ne kadar sorunu çözebilecek ölçüde olmasa da  en azından kişiyi İslam dairesinden dışarı çıkarmaz. Ama öbür taraftan sadece aydın/münevver  şahsiyetli bir kimse toplumun sorunları hakkında demeç/beyanat verdiğinde, İslam hukukunu  bilmediği için ya da eksik bildiği için şirke götüren ifadeler kullanması kuvvetle muhtemeldir.  Yaklaşık olarak 16. yy. dan bu yana artarak/katlanarak çoğalan toplumsal sorunlara ne yazık ki  ifrat ve tefrit arasında kalan reçetelerimiz binaenaleyh çözüm olmaya muktedir değillerdir.  Yazımın buraya kadar olan kısmın da sorunun çözümü için ehliyet sahibi olacak kişilerin nasıl  bir ilmi müktesebata sahip olması gerektiğine dair naçizane bir tespitte bulunmaya çalıştım.

Rahmetli Prof. Dr. Seyyid Kutup, bir toplantı da istişare yapılacağı esnada şöyle söylemiştir;
“yapacaksak ben varım, konuşacaksak bana müsaade”.


Bundan mütevellit yazının devamında ise sorunun nasıl çözüleceğine dair metodolojik bir yol çizmeye çalışacağım.  Öncelikle izlenecek eğitim metodunun, neden Rabbani eğitim metodu olması gerektiğine değineyim.  Toplumsal sorunlarda, insanoğlu daima kendi aklını ön plana koymuştur. Lakin insan aklı,  insanı tanımaya yetmeyecektir. Yüzyıllardır da yetmiyor. Doğuda, batıda, kuzeyde, güneyde tüm yeryüzünde her tarafta toplumsal sorunlar baş göstermiştir. Tüm toplumlar kendi reçetelerini aklı  merkeze alarak kendileri yazmaya çalışmaktadırlar. Madem insan aklı insana yetecekti neden  Allah Kur’an-ı gönderdi? Hikâye olsun diye mi? Haşa ve kella… Allah, Kur’an-ı bize rehber kıldı.  


Hz. Adem’den Efendimize kadar gelen tarihsel süreç içerisinde din aynı dava (mesaj) etrafında teşekkül etmiştir. Dolayısıyla bütün peygamberler ortaya çıktıkları dönemde kavimlerini aynı davaya (mesaja)  çağırmışlardır. Bütün Peygamberlerin davası (mesajı) aynıdır ve birdir. Hiçbir peygamber ortaya çıktığı  dönem içerisinde, bulunduğu devletin baskı ve zulmünü sineye çekip itaat kültürünü oluşturmamıştır. Daima kavimlerini örgütleyerek, özgür ruhlu ve muhalif kimlikli Müslümanların oluşmasını sağlamışlardır.  Son Peygamber olan Efendimiz’e gelen Kur’an-ı Kerim’de de Allah c.c bizlere şöyle buyurmuştur: “Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim” (Maide/3).  


Bu ayetten de hareketle şunu anlıyoruz: İslam dini hakkında, son peygamber olan Efendimiz (s.a.v) ve Kur’an-ı Azimüşşan; kıyamete kadar oluşacak olan meseleler hakkında söylenmesi gereken her şeyi  söylemiştir. Bundan mütevellit, İslami konulardaki; muamelata dair ahkâmlar,  ticarete dair ahkâmlar, evliliğe dair ahkâmlar, gerekse devlet yönetimine dair ahkâmlar ila ahir  tüm konuların Şeriat-ı Garra-yı Muhammediye de sınırları çizilerek ihtiva edilmiştir. O halde Afrika’daki siyahi bir Müslümanın kıldığı namaz ile Konya’daki bir Müslümanın kıldığı namaz  nasıl ki aynıysa veyahut da Hindistan’daki bir Müslümanın tuttuğu oruç ile Hatay’da ki bir Müslümanın tuttuğu oruç nasıl ki aynıysa… Bugün İslam medeniyetini hâkim kılma yolunda eğitimsel manada mücadele eden  Müslüman camianın da ortak bir eğitim metodu ile hareket etmesi lazım gelir. Aksi halde hareket edildiği takdirde meydana gelen tahrifler ve yanlış kimlik inşaları geri dönüşü zor olan çıkmazlardır. Usulde hata yapan, esasta hataya mahkûm olur. Zira usul, asl’dan gelir2. Bundan mütevellit, mademki davamız/gayemiz İslam Medeniyetini hâkim kılmaktır o halde Bilge Kral’ın da ifade ettiği üzere tebaa olmaktan çıkıp Müslüman şahsiyet olmamız lazım gelir. Bunun da tek yolu Efendimizin bize öğrettiği Rabbani eğitim metodu iledir. Biz bu metot ile hareket edip Müslümanları rahle-i tedrisattan geçirmeliyiz.  Efendimizin sunduğu metotta itaat etmenin de muhalefet etmenin de sınırları çizilmiştir.  Nasıl ki namaz konusunda, oruç konusunda, zekat konusunda kimse çıkıp da ekleme/çıkartma yapamıyorsa (sapmış mezhepler hariç) aynı şekilde eğitim de böyledir. Resulullah (s.a.v)’in çağları aşan evrensel bir eğitim metodu vardır. Namazı değerlendirirken tarihselci bakışla bakmıyorsak, orucu değerlendirirken tarihselci bakışla bakmıyorsak, aynı şekilde eğitim metodu da evrenseldir. Bizlerin bugün XXI. yy. Müslümanları olarak yetiştirdiğimiz nesiller, korku kültürü ile şekillendiler. İran kisrasının karşısında cesurca ve kendinden emin bir şekilde konuşan Rebi b.Amir3, nasıl bir eğitimden geçti de bir devlet başkanının karşısında cesurca konuşabildi? Bugün modern eğitim sistemlerinin yetiştirdiği Müslümanlar bunun neresindedir? Nesiller sürekli suçu birbirine attı. 70 Kuşağı, 60 kuşağını suçladı. 80 Kuşağı, 70 kuşağını. 90 kuşağı, 80 kuşağını. 90 kuşağı da şuan 2000 kuşağını suçlamakta.

Sadece Rebi b. Amir değil, Efendimizin çoğu sahabesi böylesine cesurdu. Aldıkları eğitim onları bu hale getirmişti. Lakin bugün İslam coğrafyalarında Rabbani eğitim metodu terk edilip benceler çoğaldığı için,  Müslümanlar yanlış bir eğitim sisteminden geçiyorlar. Binaenaleyh öncü ve muhalif kuşaklar  yetişmiyor. Ne olursa olsun susan ve itaat eden tebaa yetişiyor. (Bir gün Hz. Ömer’in halifeliği sırasında, Hutbe de olduğu esnada şöyle seslenmişti; “Ey insanlar! Ben hata yaparsam beni nasıl düzeltirsiniz?” diye sormuştur. Bunun üzerine sahabeler ayağa kalkmış ve “Ya Ömer! Eğer haktan saparsan seni kılıcımızla düzeltiriz” demiştir. Hz. Ömer’in bu cevaptan memnun olduğu ve “Allah’ım! Sana şükürler olsun ki, beni doğrultmak için kılıçlarını çekmeye hazır bir cemaate sahip kıldın” dediği rivayet edilir4. Bu örnekten günümüze bakacak olursak, bugünkü konumumuzu daha iyi anlayacağız.) Bu sebeple yanlış din anlayışı oluşuyor. Hz. Ömer bu konuda şöyle söyler:  “Dininizi iyi öğrenin, yoksa yaşadığınızı din zannedersiniz.5 “Aliyya’nın da, metinde vurguladığı  üzere “Adaletsizliklerle dolu bir Dünya da, Müslümanlara sakin ve itaat edilmesini söylemek:  halkının esir edilmesine ortak olmak değil midir?”6 Bunca adaletsizlik yaşanırken Müslümanlar nasıl olur da hâlâ bu sistemi eleştirip ortaya bir  aksülamel olarak çıkmazlar? Müslümanların yaşadığı coğrafyalarda, zulümler arşa yükselmişken hâlâ itaat mi etmeliyiz? Aliyya, tam olarak bu meseleden muazzeb olmuştur. Müslümanlar aksiyon ruhlarını kaybedip, ibadet Müslümanları olmuşlardır. Hâlbuki bu din sadece ibadet öğretmek için gelmedi. Bu din hayatın her alanına sirayet edilmesi için gönderildi. Muradı İlahiye hayatın her alanına hükmetmekten daha azına razı olmayacaktır.

Rabbani eğitim metodu diyorum, çünkü kökeni vahye dayanan bir  eğitim modelinden bahsediyorum. İnsanı yaratan, insanı en iyi tanıyandır. İnsanoğlu, insanı tanıyamamaktadır. İnsanı en iyi tanıyan Allah’tır. Kul, Allah’ın malıdır. Mülk sahibi, malında istediği gibi tasarruf etme hakkına haizdir.7 O halde insanların, insanları itaat kültürüyle yetiştirip köle ruhlu bireyler haline getiren eğitim metodunu reddedip, Rabbani eğitim metoduna yönelmeleri lazım gelir. Çağa, sistemlere, tüm çağdaş düzen ve kavramlara  vahiy ışığında bakan bir eğitim modeli. Dün uygulandı, ondan önce de uygulandı, sonrasında da… Hâlâ da uygulanabilir. Bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde Rabbani eğitim metodundan uzaklaşıldığında ise; Aliyya’nın da bahsettiklerinden yola çıkarak, köle ruhlu her şeye susan itaat eden bir tebaa yetiştirmek bu ümmetin başının belasıdır.

Yapılması gereken vahye dayanan bir metot ile öncü Müslüman kuşaklar yetiştirmektir. Başka Medeniyetlerin ya da ideolojilerin, insan yetiştirmek ve toplum meydana getirmek için ortaya attıkları sistemler çökmüştür. Bugün Fransa da, Avrupa’nın göbeğinde kadınların tecavüz vakalarıyla başları belada. Modern olmak ya da ekonomik olarak refah olmak nesil yetiştirmek için ölçüt değilmiş demek ki. Bu kadınların tecavüze uğraması bizim de meselemiz. O coğrafya da yaşamıyor olmak bizi sorumluluktan çıkarmaz. Eğer insansak, tüm toplumsal olaylar bizi kapsar. O halde şu soruyu sormak lazım gelir; Onlara tecavüz edenler, hangi eğitim sistemlerinden geçtiler? Evvelce bunu sorgulayacağız. Ayrıca tecavüzcülerden her 1000 tanesinin sadece 12 tanesi hapse mâhkum ediliyor.8 Hukuki olarak da kadınların mağdur edilmesi, toplumsal manada ayrıca bir çöküştür. Fransa örneği sadece meselenin ehemmiyeti açısından bir misaldir. Meşhur Atasözümüzün de ifade ettiği üzere “Kelin ilacı olsa kendi başına sürer”. Hülasa, gerek Batı’da gerekse Doğu’da; eğitimsel manadan kaynaklı birçok toplumsal sorun mevcuttur. Bizim İslam ümmeti olarak almamız gereken bilim/fen’dir. Tekniktir. XVI. yy.’dan beri ümmet olarak ne alacağımızı bilmeden, toptancı bir anlayışla ya tümüyle reddettik Batı medeniyetini, ya da tümüyle kabul ettik. İkisi de ifrat ve tefrit derecesinde uç örneklerdir. Müslüman itidalli (vasat) olmalı, neyi alacağını iyi bilmeli. Neyi reddedeceğini de iyi bilmeli. Eğitimsel manada bizim kendi özümüze dönüp vahiyle beslenen bir metoda göre hareket etmemiz lazım gelir. Aksi  halde bu öncü kuşağın yetiştirilmemesi, İslam medeniyetinin kuruluşunu geciktirecektir. Eğitimsel manada nesil yetiştiren, İslam’ın hadimleri kendilerine şu soruyu sormaları lazım gelir; “Müslüman mı, Yoksa Tebaa mı Yetiştiriyoruz”?


  1. İDM Kademe I öğrencisi, Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü. İletişim Adresi:
    bayir6144@gmail.com ↩︎
  2. Ahmet Cevdet Paşa, Mecelle. Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye, Osmanlı Devleti’nde 1868-1876 yılları arasında Ahmet
    Cevdet Paşa başkanlığındaki bir komisyon tarafından derlenen İslami özel hukuk kuralları kodeksidir. ↩︎
  3. İhsan Süreyya Sırma, İslami Tebliğin Örnek Halifeler Dönemi, Beyan Yayınları, VI. Baskı, İstanbul 1980. Ayrıca
    bknz., el-Bidaye ve’n-Nihaye, Cilt VII, s. 37-38-39-40. Ay. olay: İslam Tarihi-I, Mehmet Ali Kapar, İsmail Hakkı
    Atçeken, Hikmet Yayınları, 3. Bakı, İstanbul 2021. ↩︎
  4. Ahmet Lütfi Kazancı, Adil Halife Emirü’l Mü’minin Hz. Ömer (r.a), Ensar Yayınları, 2. Baskı, İstanbul 2014. ↩︎
  5. Hz. Ömer’in “Dininizi iyi öğrenin, yoksa yaşadığınızı din zannedersiniz.” sözünün kaynağı kesin olarak bilinmemektedir. Bu söz, Hz. Ömer’e atfedilen birçok sözden biridir ve çeşitli kaynaklarda farklı şekillerde aktarılmıştır.
    Bu sözün geçtiği bazı kaynaklar şunlardır:
    İmam Gazali’nin “İhya’u Ulumiddin” adlı eseri: Bu eserde Hz. Ömer’in bu sözü, “Dininizi öğrenin, yoksa yaşadığınızı din zannedersiniz.” şeklinde geçmektedir.
    “Hadis-i Şerifler Ansiklopedisi”: Bu ansiklopedide Hz. Ömer’in bu sözü, “Dininizi iyi öğrenin, yoksa âdetlerinizi din zannedersiniz.” şeklinde geçmektedir. ↩︎
  6.  https://www.muharrembalci.com/hukukdunyasi/Aliya/446.pdf, 30.01.2023, saat 00.45, s. 2. ↩︎
  7. Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, Yirmi Dördüncü Mektup, s.285. ↩︎
  8. Ayrıca bakınız: Fransa Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Bakanlığı verileri, Fransa’da her yıl 94.000 kadının, tecavüz ya da tecavüze teşebbüs suçunun mağduru olduğunu gösteriyor. Buna rağmen 2021 yılında, kayda geçen saldırıların sadece %1’i mahkumiyetle sonuçlandı. Yaşadıkları duygusal ve psikolojik travmaya ek olarak, mağdurlar soruşturmayı ve yargısal kararları etkileyen aşılması zor bir idari sistem ve basmakalıp yaklaşımlarla da baş etmek zorunda kalıyor. ↩︎

İlgili Makaleler

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Son Yazılar

Kategoriler

Etiketler

Copyright © 2024 İDM - İlmi Düşünce Mektebi