Şeyma Nur FERAH
Filmin Adı: Tabutta Rövaşata
Yönetmeni: Derviş Zaim
Yılı: 1996
Türü: Dram – Komedi
Dakikası: 77
Filmde rövaşata bir futbol terimi olmaktan çıkıp tabut gibi dar, kapalı, karanlık bir alanla birleşince Mahsun’un imkansızlıklar içindeki sahici hikayesiyle yüzleşiriz. Derviş Zaim tabutta rövaşatanın imkansızlığını anlatır.
İstanbul, Mahsun’un hayatında bir şehir olmaktan çok, hakiki, sert ve soğuk bir yaşam alanıdır. O, görkemli, güzel yüzünü Mahsun gibilere göstermeyi çok görür. Sisli, puslu daima kasvetli boğaz, Rumeli Hisarı, Aşiyan mezarlığı ve diğer her yer. Evsiz barksız, işsiz, çıkma ekmek yiyen, çıkma gömlek giyen bir adamdır Mahsun. Geçmişini bilmeyiz sadece hayatından bir kesit izleriz. Kim bilir belki de horanta özlemi vardır kalbinin en ücra köşelerinde. Kendisine babalık yapan reis ve balığa çıktıkları teknesi, arkadaşı Sarı vardır hayatında. Bir de kendisi gibi gündüzleri kahvehanede oturan, toplumun ötekileştirdiği, silik, adı dahi olmayan eroinman o kadın… Mahsun’un tertemiz duyguları vardır ona karşı. Kavuşmak mı? Hayalden öteye geçemez platonikler için.
Mahsun gündüz tekneyle balığa çıkar ve reisin verdiği harçlıklarla içki alıp içer, kahvehanedeki çay borçlarına her gün yenilerini ekler. Gece ise kayıkhanede ya da inşaatlarda kalır. Kendisine ait hiçbir mülkiyeti ve kimsesi yoktur ama araba sevdası vardır. Bunca aidiyetsizliğin içinde bir kimlik inşa etmesi zordur. Dışarıda birisi olamaz ama her gece bir otomobil çalıp kontağı çevirdiğinde kimliği olur Mahsun’un, hırsız dahi olsa… Derviş Zaim’in bu noktada çok güzel bir ifadesi vardır: ” Otomobil çalmaz Mahsun, sizin yaşamınızdan bir gecelik rahatlık çalar, geceleri dolaştığınız şehrin aydınlığını çalar.” Arabada kaloriferi yaktı mı bu acımasız dünyada başı okşanan masum bir kediye dönüşür Mahsun. Soyadının hakkını verir, çaldığı otomobilleri temizlemeden bırakmaz Süpertitiz. Yine de yaranamaz işte topluma, polislere, hakimlere… Herkes usanmıştır ondan psikologlar bile. Falakalara yatırılır, bu nasıl dünyaysa böyle, cezalar da sınıfsaldır. Mili takım maçı kazanınca coşkuyla sokaklara dökülen insanlar onun umrunda değildir, Mahsun’da onların umrunda… Daha gerçek dertleri vardır Mahsun’un. Ekmek gibi, dostluk gibi, aşk gibi… Her gün gözlerini açtığında yaşamak gülümsemez ona, düştüğünde tutmaz elinden. Yeryüzündeki tüm günahları üstlenir her falakaya yatırılışında.
Tüm buhran İran cumhurbaşkanından Süleyman Demirel’e hediye olarak gelen tavus kuşlarının Rumeli Hisarı’na konularak yerli ve yabancı turistlerin ziyaretine açılmasıyla dağılır sanırız ama ne mümkün? Tavus kuşlarını göremez Mahsun. Küresel pazara sunulan güzellikleri görmeye hakkı yoktur. Kapitalist ahlak burada da sınıfsallığını gösterir. Japon turistlerin şen şakrak hallerine karışır Mahsun’un mahzun yüzü bir fotoğraf karesinde.
Mahsun işe girer kahvehanede ve biraz arası açılır otomobillerle. Tuvalet temizler, ortalığı süpürür, eroinman kadınla muhabbeti sıklaşır. Sevdası onun en saf, en temiz yanıdır. İhanete uğradığını gördüğünde yine otomobillere döner sonra da tavus kuşlarına. Tanrısallaştırır onları. Filmde adı dahi olmayan eroin müptelası kadına ulaşamadıkça tavus kuşlarına koşması bundandır belki de. Şehrin sokaklarında, kayıklarda, otomobilde dolaştırır tavus kuşunu. Sadece birisini kaçırabilmiştir. Mahsun tavus kuşunu bastıkça bağrına buruk bir tebessüm oluşur izleyicinin çehresinde. Reis’in deyimiyle bir avuç fıstık verilse dünyanın en iyi adamı olur ama soğuk olan hava değil insanlardır. Keşke bu kadar soğuk olmasaydı da dünya Mahsun da bu kadar üşümeseydi ama işte…
Eroinman kadının yoksunluk krizi tuttuğunda ilk koştuğu kişiden, Mahsun’dan, kendisini Taksim’e götürmesini ister. Hamasi sözler sarf etmez Mahsun. Ne geliyorsa elinden, çalar işte bir otomobil ve götürür kadını istediği yere. Bitmez tabii bu çalma tutkusu ve reisin teknesine kadar uzanır. Kadın kendine gelsin, hava alsın isterken olur tüm olanlar. Bir kayaya çarparlar ve her şey başa döner. Reis’den yediği temiz bir dayak da cabası. Film boyunca sıçramalar ve flashbackler bizi sarsar bazen duvardan duvara vurur bazen kendimize getirir. Mahsun işini, reisi, kalacağı yeri kaybeder. Tüm bunlardan geriye kalan tek şey tavus kuşudur. Boğazda ekmek yerken arasına katık yapacağı tek şey. Hayranlıkla baktığı ve bağrına bastığı tavus kuşunu mideye indirme vaktidir. Kalenin duvarlarında yankılanan tavus kuşu seslerine karışır Mahsun’a atılan tekme tokat sesleri. Sonra bir haber bülteninde, işsizlik ve açlık sebebiyle girişilen bu eylemde, yine her şey Mahsun’a mâl edilir. Her gün izlenen onlarca haberden bir tanesidir sadece. Ana haber bültenine bir sosis reklamıyla ara verilir ve Mahsun Süpertitiz toplumda kırk saniyelik de olsa bir yer edinir.
*Bu metin İlmi Düşünce Mektebi’nde Abdullah Kasay’ın yürütücülüğünde gerçekleşen “Sinema Üzerinden Türkiye Okuması” Okuma Grubu kapsamında kaleme alınmıştır.
symnrfrh@gmail.com