DUVARLAR ÜZERİNE BİR SOSYOLOJİK MUHAYYİLE

Anasayfa » Fikriyat » DUVARLAR ÜZERİNE BİR SOSYOLOJİK MUHAYYİLE

DUVARLAR ÜZERİNE BİR SOSYOLOJİK MUHAYYİLE

Seval SARIOĞLU1


İnsanlık var olmaya devam ettiği süreç boyunca kendisine bir alan oluşturur ve bu alanın içerisinde bir sığınak ve koruma görevi olarak duvarları kullanır. Geçmişten günümüze bireyler ve toplumlar kendi özel alanlarını oluşturmak için duvar örmüşlerdir. Bu örülen duvarların içerisinde çok farklı hayatlar, yaşanmışlıklar, kalıcı izler vardır. Hatta insanlar kalıplaşmış bir cümle kullanırlar: “Duvarların dili olsa da konuşsa”. Yani içerisinde yaşanılan hayatların ne kadar çok hikayeleri ve yaşanmışlıkları olduğunu bize açıklamak ister bu kalıplaşmış cümlede. Yaşanılan bu hikayelerde duvarlar bir şahit niteliğindedir. 

Duvarlar insanların göremediği, farkında olmadığı kadar önemli işlevlere sahiptirler. Duvarlar kimi zaman insanları dışarıdan gelebilecek tehlikelerden koruma görevini üstlenir. Bazen bir akvaryum gibi içerisine yerleştirme görevi görürler. Aslında birçok işlevi somut örnekler ile açıklayabiliriz. Öncelikle ülkelerin sınırlarını çizmesinde yardımcı olur. Toplumlar bu sınırlar içerisinde yaşarlar. Bu sınırlar içerisinde insanların kimlik ve aidiyet oluşumlarını görebiliriz. Duvarları, bir toplumu diğer toplumdan ayırma görevi ile sınır çizgisi boyutunda ele alabiliriz. Örneğin Kuzey ve Güney Kore ne kadar birbirlerine benzeseler de kendi oluşumları, sınır çizgileri ve yanında duvarlaşmış engelleri ile birlikte birbirlerinden uzak kalırlar. Kuzey Kore çok baskıcı ve kapalı kutu diyerek anılırken Güney Kore daha demokrat bir yönetim şekli ile yönetilmektedir. 

Birey duvarı sıcak bir yuva ve aile hayatını sembolize eder şekilde anlamlandırabilir. Genellikle o duvarın içerisinde güzel anıların biriktirilmesi ve oradan uzaklaşırken bile iyi şekilde hatırlanması mümkün olur… 

Modern toplumlarda ceza sistemi ve insanların tedavi yöntemlerinin değişmesi ile farklı bir yere evirilmiştir düzen. Yeni sisteme göre hapishane ve akıl hastaneleri gelmiştir. Foucault’nun panoktik sistem kavramına göre hapishaneleri bu şekilde denetler ve düzenleriz. Panoktik metaforda aslında tüm toplumlar bu şekilde kontrol edilir. Sadece hapishaneler için geçerli bir durum değildir. Bu düzen, bu sistem herkesi kontrol altında tutan gözetleyen bir sistemdir. Atölye, okul, sokak, fabrika, hastanelerde, alışveriş merkezlerinde her yerde bu sistem vardır. İnsanları duvarlar örerek bir kutunun içerisine hapsedip gözetlemek mümkündür bu şekilde. 

Duvarların içerisinde insanlar kendilerini farklı anlam dünyalarında bulurlar. Özellikle hapishanede yaşayan bir insan için duvarlar insanın özgürlüğünü kısıtlayıcı niteliktedir. Hapishanede yaşayan bireyler için duvar kabus görevi taşır. Mahkumlar oradan kurtulmak için kendi içerisinde psikolojik bir savaş ile karşı karşıya kalır. Hastanede tedavi gören bir insan için ise duvarlar tedavi sürecini ya da en kötüsü ölümü hatırlatabilir. Akıl hastanelerinde kalan kişiler için ise psikolojik bir savaş verdiği ve kendi içerisinde de duvarlarının olduğu ve bu duvarları yıkmak için çaba gösterdiği bir süreçtir. Şiddetli bir deprem korkusu yaşayan insan için ise her an yıkılabilecek bir nesnedir. Bunun bilinci ile karşı karşıya kalır. Bir duvar sanatçısı için eserini uygulayabileceği bir alanı sembolize eder. Estetik bir heyecan ve bakış açısı ile o duvarı inceler. Bir inşaat işçisi için emeği sonucunda ortaya çıkaracağı bir yapıttır. Zanaattır aslında. Bu tür tasvirler insanların duvar üzerindeki anlamlandırmalarını daha iyi açıklar. Duvarların tarihi olaylar içerisinde önemli yerleri vardır. Savaştan kaçıp başka ülkeye gitmeye çalışan bir birey için ise sınır çizgisi ve bir engel niteliği taşır. Örneğin Berlin Duvarı Doğu Almanya’da bulunan vatandaşların Batı Almanya’ya kaçmasının önüne geçmek amacı ile Doğu Almanya’nın vermiş olduğu bir karar ile örülmüştür. Özellikle Batı’da uzun yıllar “utanç duvarı” olarak anılan bir sınır çizgisidir. Berlin Duvarı betondan yapılır ve 155 kilometre uzunluğundadır. 136 kişi bu engel olarak görülen duvarı aşıp Batı Almanya’ya kaçmaya çalışırken hayatını kaybeder. Dünya genelinde iz bırakan ve uzun süre etkisi devam eden bir olaydır. Bir duvarın insan hayatında böyle derinden bir etkisi olması ve müzede duvarın kalıntılarının sergilenip gözler önüne serilmesi ilginçtir. Bir diğer örneğimiz Mısır Piramitleri’dir. Kesilmiş taşlı duvar işçiliğiyle inşa edilmiş dünyanın en eski anıtsal yapıları kabul edilir. Dünyanın 7 harikası içerisinde bulunan bu yapının yapım aşaması hala tartışma konusudur. Tonlarca ağırlıkta olan duvarların tek tek işlenerek yerine yerleştirilmesi nasıl mümkün olabilir? Firavunun elindeki insan gücü ile birlikte uzun zaman alan bir süreçtir. 

İnsanların toplum içerisinde anlamlandırdıkları şeyler bazen kültürel bir alışkanlık ya da dini bir ibadet haline dönüşür. Örneğin bir duvarın dini ritüel haline dönüşmesini inceleyelim. Bu duvarın ait olduğu Süleyman Mâbedi’nin (Beit ha-Mikdaş) inşasına ilk defa Hz. Süleyman tarafından saltanatının dördüncü yılında başlanmış ve yedi yıl altı ayda (yaklaşık m.ö. 967 veya 953) tamamlanmıştır Bâbilliler’in Kudüs’ü işgali sırasında (m.ö. 587 veya 586) yağmalanan ve yakılan mâbed, milâttan önce 537-515 yılları arasında yeniden yapılmıştır. Bu ikinci yapıya Zorobabel Mâbedi de denilmektedir. Mâbed, Kral Hirodes’in milâttan önce 20 yılında başlattığı çalışma ile eski ölçüleri daha da genişletilerek yeniden yaptırılmışsa da milâttan sonra 70 yılında Kudüs’ün Romalılar tarafından kuşatılması sırasında tekrar yakılıp yıkılmıştır. Ağlama duvarı, Hirodes’in yaptırdığı mâbedin çevresini kuşatan duvarın bir kısmıdır Yahudiler bu duvarı Süleyman Mâbedi’nden bir kalıntı kabul ettikleri için kutsal bir mekân sayarlar. Mâbedin yıkılış yıl dönümü başta olmak üzere çeşitli vesilelerle duvar önünde ibadet eder, Kudüs’ün ve Süleyman Mâbedi’nin yıkılışını, şehir ve mâbedden uzak kalışlarını yâdederek mâbedin Hz. Süleyman tarafından yaptırıldığı gibi yeniden inşasını arzular ve bunun için dua ederler.  Yahudiliğin en büyük hedefi bu mâbedi yeniden yapmaktır. Ancak Ahd-i Atîk’te nakledilen Beih ha-Mikdaş’ın eski ölçülerine göre yeniden yapılması, bugünkü Kubbetü’s-sahre’nin yıkılmasına bağlıdır. Onlar, Kudüs’ün ve mâbedin yakılıp yıkılışını, esir olarak Romalılar tarafından başka ülkelere sürülüşlerini anmak, hâtıralarını tazeleyip kinlerini bilemek, mâbede yeniden kavuşup Yahudi hâkimiyetini kurmak hayali içinde dua ve gözyaşı ile yaslarını sürdürmüşlerdir. Tevrat tefsirlerine göre bu duvar yıkılmayacak ve Rab mâbedin batı duvarını asla terketmeyecektir (bk. Midraş, Sayılar, 11/3). Bir duvarı dini açıdan anlamlandırıp hem yaşadıkları süreçleri canlandırmaları hem de bir ibadet haline getirmeleri olası bir durum gibi gözükmemekte olup insanoğlunun şaşırtıcı durumlarından. Zaman içerisinde bir duvar onların gözünde anlam kazanıp değerlenir.

Duvarlar insanların yaşadığı çevre üzerine bir analiz yapılabilecek kadar önemli bir değere sahiptir. Daha çok yıkık-dökük duvarların mahallelerinde yoksul kesimin yaşadığını analiz edebiliriz. Başka sorunlar ile mücadele edip duvarları yıkılmaya mahkûm bırakmışlardır. Orta ve yüksek gelirli bireylerin duvarları ise deprem açısından dayanıklı mı düşüncesi ile daha sağlam yıpranmamış ya da tamir edilebilir şekilde bir duvar tercihi yapılabilir. Ya da daha özel ilgi alanlarını kullanarak duvarları farklı renklerde boyayarak ortamın ambiyansını değiştirebilirler. Toplumlardan toplumlara kültürün değişiklik göstermesi ile bağlantılı olarak bu durumların farklılık göstermesi mümkün olur. Günümüz modern ve postmodern toplumlarında hepimiz bir yere hapsolur ve alışılmış bir durum olarak kabul ederiz. Hapsolduğumuz yerler alışveriş merkezi, okul, hastane, hapishane, iş yerleri vb. gibi yerler örme duvardan yapılmış doğadan uzak yerlerdir. 

  • Bir duvarın içerisine sığınmak insanların körelmesine sebep oluyor mudur? Bu açıdan da bakmak gerekir. Duvarları daha çok iyiye kullanmak, insanları köreltecek dereceye getirmemek, doğa ile de iç içe inşa etmek gerekir. Çünkü insanlar tek düze ve monoton bir hayatın içerisinde kendilerini çokça duvarlara hapsederler ise o duvarların altında yıkılıp bir enkaz haline gelebiliriz.

  1.  İDM Kademe öğrencisi, Necmettin Erbakan Üniversitesi Sosyoloji Bölümü. İletişim: sevalsarioglu2@gmail.com ↩︎

İlgili Makaleler

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Son Yazılar

Kategoriler

Etiketler

Copyright © 2024 İDM - İlmi Düşünce Mektebi