Halime Rümeysa Erbayram1
Evsizlik sosyal bilimlerde dikkatleri üzerine çeken bir sorun haline gelmişken evsiz bireylerin sosyo-psikolojik açıdan değerlendirilmesi gerekir. “Evsiz”, barınacak düzenli yeri olmayan sokaklarda metroda parklarda vs. yaşayan kişilerdir. Evsizler, toplumdan izole bir şekilde yaşamlarını idame ettirirler. Evsizliği ortaya çıkaran faktörler gelişmiş ve gelişmemiş ülkelere göre farklılaşmaktadır. Evsizliği ortaya çıkaran faktörler gelişmiş ülkelerde kapitalist süreçle açıklanabilir. Gelişmemiş ülkelerde ise yoksulluk, göç, piyasa dönüşümü, işsizlik, akıl hastalığı, madde bağımlılığı ve aile yapısı değişimi gibi faktörlerle ele alınabilir (Küçük, 2018). Evsizliği ortaya çıkaran nedenler şekil, form ve mana olarak kültürden kültüre toplumdan topluma farklılaşmaktadır.
Toplumlarda pek çok şey kalıp olarak programlanmıştır ve paket olarak bireye verilir. Bu normlara uymayan bireyler anomik (sapkın) olarak görülür ve bireylerin kişisel hataları hedef gösterilerek damgalanır. Aynı zamanda marjinal görülen bu bireylerin toplumda suçlu olarak görülme potansiyelleri fazladır. Evsiz bireyler aynı zamanda muhtaç, yoksun, yetersiz olarak değerlendirilir. Evsizlik konusunda bireysel açıklamalar yapılsa da bu durumun arkasında alkol, bireyin yakınını kaybetmesi, uyuşturucu bağımlılığı, zihinsel sorunlar, toplumsal nedenler ve ekonomik nedenler vardır. Evsiz olan insanlar kamuya açık mekânlarda uyur (Türkcan ve Türkcan 1996). Kendine ait düzeni olan bir evde yaşayamayan bu bireyler toplum tarafından aşağılanma riskiyle karşı karşıya kalabilir. Bu durumun neticesi olarak evi olmayan birey toplumdan uzaklaşır, yabancılaşır ve aidiyet duygusunu yitirir. Bu bireyler toplum tarafından kültürsüz, eğitimsiz, marjinal, sapkın ve suç işleme potansiyeli yüksek kişiler olarak görülebilir. Aynı zamanda evsiz bireylerin güvenlik problemi vardır. Şiddete uğrama, tacize uğrama gibi travmatik durumlar yaşayabilirler. Ayrıca sosyal güvenlik haklarından mahrum kalabilirler.
Hobolar 2gezen işçilerdir ve evsiz bireylerdir. Mevsimlik işlerde kısa süreli çalışarak yaşamaya tutunmaya çalışırlar. Onlar sınırlarda yaşayan insanlar olarak görülür. Çoğunluğu ekin işçisi, kereste işi ve inşaat işçiliği yapar. Bir hobo yaşadığı yerde kalıcı olmaya başlarsa alay konusu olur. Hoboların barınma, ısınma, yiyecek, vs. problemleri olabilir. Bu yüzden hobolar daha kalabalık olan mekânları bulurlar ya da zengin kaynağı olan yerleri tercih ederler. Hobolarla yapılan bazı görüşmelerde esnaflarla samimi ilişki kurdukları ve esnafların çoğunlukta olduğu bölgelerde onlardan para alarak yiyecek aldıklarını ifade ederler. Bazıları ise karton, plastik satarak ve farklı işler yaparak geçimini sağlar (Küçük, 2017). Zengin kaynakları olan bir diğer yer ormanlardır. Şehre uzak değildir. Ve aç kalmayacakları bir bölge olarak görülür. Fakat bu ormanda başıboş gezmezler. Ormanın belirli normları vardır ve ona uymak zorundadırlar (Anderson, 2017).
Evsizlik evresinden önce birey öncelikle toplumdan kopar ve kendi yoluna gider. Gezici yani dolayısıyla evsiz olan birey bu yol ayrımında ya toplumun menfaati ile uyumlu ya da onun karşısındadır (Anderson, 2017). Evsiz birey tıpkı göç eden bireye benzer. Göç ettiği her yerde dışlanır ve sürekli bir göç halindedir. Göç hareketlerinde göç edilen yerin itme-çekme kuramında olduğu gibi evsiz birey de kaçtığı yerlerde iten gittiği yerlerde ise çeken kuvvetlere maruz kalır. Birey yakınını kaybedebilir, travmatik bir durum yaşadığı yerden uzaklaşmak isteyebilir, madde bağımlısı olabilir ve bütün bunlar bireyi çevreden uzaklaştırabilir. Bu bireyler genellikle kılık kıyafet noktasında yargılanmaktadır. Öte yandan bağımsızlık duygusu fazlaca gelişen evsiz bireylerin psikolojik durumlarına bakılırsa; bu durumun çocukluk, ilk çocukluk evrelerine dayandığı söylenebilir. Erikson’un psikososyal gelişim kuramında da olduğu gibi bu kişilerde temel güvene karşı güvensizlik, kimlik kazanmaya karşı rol karmaşası, dostluk kazanmaya karşı yalnız kalma gibi durumlarla karşılaşılabilir. Evsiz olan bireylerin aile yapılarının parçalanmış ve çözünmüş aile olduğunu söylemek mümkündür. Nitekim Meryem Küçük’ün “Evsizliğin Kentsel Yoksulluk Bağlamında Değerlendirilmesi: İstanbul Örneği” başlıklı çalışmasında; evsiz olma durumundan önce 70 kişinin enformel sektörde çalıştığı, sadece bir kişinin kamu sektöründe çalıştığı, 19 kişinin sigortalı işinin olduğu ve yalnızca 10 kişinin emekli olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Çocukluğundan beri 4 kişinin kalıtsal hastalık ve engellilik durumu yaşadığı ve hayata tutunamadığı, 8 kişinin ise yetimhanede büyüdüğü ifade edilmiştir. Görüşülenlerden 15 kişinin ise parçalanmış ve çözünmüş aile yapısına sahip olduğu, anne ya da babanın vefatı, boşanma durumu, ebeveynlerden birinin ya da ikisinin başka biri ile evlenmesi sonucunda, istenmediği, ortada kaldığı anlaşılmıştır. Ayrıca bu araştırma sonucunda görüşülen 50 kişinin eğitim düzeyinin ilkokul olduğu sadece 4 kişinin üniversite mezunu olduğu saptanmıştır (Küçük, 2017). Bu insanlar maddi ve manevi yetersizliklerden dolayı eğitim fırsatlarından yararlanamamıştır. Eğitimde fırsat eşitliğinin olmaması ve belirli bilgi düzeyine erişemeyen evsiz bireyler eğitim durumuna bağlı olarak kamu sektöründe iş imkânı bulamamaktadır. Ayrıca modern dönemin estetik anlayışına uymayan engelli ya da doğuştan kalıtsal hastalığı olan bireylerde hastalıklı, sapkın, bulaşıcı olarak görülmektedir. Aile yapısının parçalı, çözünmüş ya da kırıklı olması bireyleri ya yetimhaneye ya da içsel dünyasında bir demir kafese hapsetmektedir. Bu durum ileride bireyde özgür olma durumunu ortaya çıkarmaktadır. Yetimhaneden 18 yaşından sonra çıkmak zorunda kalan bireyler belirli bir aile bağına sahip olmadığı için kendisini sokaklarda, parklarda, metroda, demir yollarında bulmaktadır. Erikson’un psikososyal gelişim kuramına göre bir değerlendirme yaparsak; bu bireylerin gerçek bir aile bağı ve sevgi bağı hissetmemesi, sürekli istenmediğinin ifade edilmesi ve temel öz bakımının bir kişi tarafından sürekli verilmemesi bireyde güvensizlik durumunu oluşturmaktadır. Bu bireyler güven duygusunu oluşturamadıkları için eş, dost seçimini yapamamaktadır. Aile hayatını yaşayamadığı için kendisi de bir aile kuramamaktadır.
Maddi ya da manevi olarak ailesiyle aynı çatı altında içsel dünyasından uzak mesafede kalan birey bu ortamdan uzaklaşmak isteyebilir. Nitekim Weber’in deyimiyle her birey aynı yaşam şansına sahip olarak dünyaya gelmemektedir. Farklı yaşam şansları içerisine hayatta kalmaya çalışan bireyler en çok yakınlarına ihtiyaç duyarlar ve onlardan yeterli ilgi, sevgi, saygı gibi maddi ve manevi şeyleri elde edemedikleri zaman kaçmaya karar verirler.
Cinsiyetin Mekânsızlaşması
Evsizliğin kentsel yoksulluk ile ilişkisini inceleyen Meryem Küçük’ün yürütmüş olduğu bir araştırma sonucunda görüşme yaptığı 80 kişiden sadece 12 kişinin kadın olması dikkat çeker (Küçük, 2017). Bu sonucun dünya genelinde yapılan araştırmalarla uyumlu olduğunu söyleyebiliriz. Sokağın karanlık yüzünün olması ve kadın için daha büyük tehdit oluşturması, cinsel istismarla karşı karşıya kalması, fuhuşa sürüklenmesi gibi faktörler evsiz kadınların sayısının az olmasına sebep olmaktadır. Nitekim hobo olma durumu erkek işi olarak görülür. Bu yüzden evsiz bireyler bir kadına ihtiyaç duymaz. Her işini kendisi halleder. Toplumun rol olarak kadına biçtiği işleri bir hobo kendisi yapabilecek potansiyele erişir (Anderson, 2017).
Evsiz bireylerin tehlikelerle karşı karşıya kalması suç işleme ya da suça maruz kalma riskini artırmaktadır. Kadınların suç mağduru olma ve suç işleme ihtimallerinin az olmasına rağmen evsiz bir kadında bu ihtimal artmaktadır. Fakat erkeklere oranla kadının suç işleme olasılığı düşüktür. Bu anlamda suç erkeksi bir olgu olarak görülür. Kadınların evi olsun ya da olmasın suça maruz kalma ve suç işleme konusunda “cinsiyet – korku paradoksu” yaşadıkları söylenebilir. Kadınların suç işleme olasılığının az olması ama yine de korku yaşaması “cinsiyet – korku paradoksu” olarak ifade edilir (Yazgan, 2019). Bu nedenle evsiz kadınların sayıca az olduğu gözlenir.
Evsiz bir adam doğduğundan itibaren evsiz değildir. Hobo da sosyalizasyon sürecine katılan, bir fabrika içine doğan ve işlenen ürün olarak oluşum gösteren bir insandır. Fakat bu süreç ve bu sürecin başlangıcı onu hayata bir sıfır geriden başlatır ya da ilerleyen süreçte sıfıra çeker. Evsiz bir bireyin de ailesiyle olan iyi ya da kötü anıları vardır. Aile yapısından kaynaklı oluşan travmalar bireyi hoboluğa itebilir. Özellikle annesiyle bağ kuramayan hobolar başka bir kadınla uzun bir ilişki yaşayamaz. Yerleşik hayata geçemeyen bu bireyler hayatlarına bir kadın dâhil edip aile kuramazlar. Hobolar, kadınlarla ideal ilişki geliştiremez (Anderson, 2017).
Aile hayatından noksan bırakılan birey samimi ilişkiler kurma noktasında yetersizlik yaşar. İnsanın temel arzusu statü ve beğenidir. Evsiz bireylerde bu arzu reddedildiği için cinsel sapkınlığın evsizler arasında yaygın olması doğallıktan uzak cinsel hayatlarının en zor ifadesidir (Anderson, 2017). Homoseksüel olan evsizlerin çoğunluğu hayatlarında birkaç kadın dışında kadınlardan yalıtılmış olmak ister. Düzenli bir hayata sahip olmayan ama parası olan hobolar, kimsesiz ve pejmürde kılıklı fahişe olarak nitelendirilen ve evsiz bireyin himayesini isteyen kadınlarla birliktelik kurabilirler. Parası olmayan hobolar için bir kadının erişilebilirliği bir oğlan çocuğuna göre daha güçtür (Anderson, 2017). Bu nedenle hobolarda homoseksüel durumlarla karşılaşılmaktadır. Özellikle sokaklara yeni gelmiş ve evsiz olan erkek çocukları onların ihtiyacını karşılamak için uygun olarak görülür. Öyle ki sokağa yeni alışan ve tehlikelerinden korkan bu çocukları aynı zamanda himaye ederler.
Anderson’un 2017 yılında sunduğu “Hobo” eserine yaptığımız atıfta evsiz bireyin erkek olarak gösterilmesi yine toplumda bir kadının evsiz olamayacağının bir göstergesidir. Çünkü onlara göre kadın güçsüz, irrasyoneldir ve bu hayatta yaşayamaz. Toplumda anomik olarak görülen evsizlik konusunda bile toplumsal cinsiyet gözetilmiştir. Bugün gözlemlediğimiz üzere özellikle kız çocukları aile baskısı yüzünden özgür olmakla kandırılmakta ve evden kaçmaktadır. Bu noktada kız çocukları farklı sektörlerde uygunsuz şekillerde kullanılmaktadır. Bu kız çocukları aileden kaçınca aile çocuğu reddetmekte ve çocuk bu kötü yaşam koşullarına devam etmektedir. Evsiz kaldığı takdirde yaşama tutunamayacağı, şiddete, tacize maruz kalacağı yönündeki endişeler ataerkil zihniyet tarafından öne sürülerek “başına bir çatı verdim” söylemi üzerinden kazanç sağlanmaktadır. Erkeklerde ise evden, aileden uzaklaşma durumu sonrasında sokakta gezme, kaldırımda, parkta uyuma ile ilerlemekte ve kötü madde kullanımlarına, suça yönelmeye sebebiyet verebilmektedir. Düşkünlerin göçebe şeklinde sıklıkla değişen evleri birbirlerinin evine benzer. Gittikleri yerlerde kuru tahtaları yatak olarak düşünüp uyurlar. Bu benzerlikten ayrı olarak tek ayrımcılık sıcak odada uzanabilmektir (Anderson, 2017).
Sonuç
Hayatın zorlu koşulları içerisinde sosyal, psikolojik, ekonomik nedenlerden dolayı evsiz kalınabilir. Ev dediğimiz sadece çatısı bacası olan bir bina olarak anlaşılmasın. Ev bireyin kendini ait hissettiği yerdir (Örneğin; ülkesi, okulu, ailesinin yanı, sevdiklerinin yanı vs.dir). Evsiz olan ve pek çok tehlike ile karşı karşıya kalan, sokağın öteki karanlık yüzünü gören bireyler toplum tarafından sakıncalı ötekiler olarak görülebilmeleri sebebiyle acımasız dünya sendromu yaşamaktadırlar. Evsiz bireyler için en büyük sorun beslenme ve sıcak bir yaşam alanının olması arzusudur. Sokaklarda bu durumun tam tersini yaşayan ve temel ihtiyaçlarını karşılayamayan, belirli suçlara maruz kalan bireyler Gerbner’in deyimiyle “acımasız dünya sendromunu” yakından yaşayarak öğrenirler.
Aile bağı gelişmeyen evsiz bireyler aile kuramadıkları için ve genellikle erkek olan evsiz insanların bir kadınla ilişki yaşayamaması homoseksüel yönelimleri ortaya çıkarmaktadır. Hoboluk geçmişten günümüze varlığını devam ettirse de zaman zaman sayıca farklılık göstermiştir. Evsizlik geçmişten günümüze farklılaşmakla birlikte günümüzde azalan bir durum haline gelmiştir. Günümüzde kalabalık nüfus ve bu durumun getirisi olarak emniyet sorunu bireyleri evsiz olma anlamında korkutmaktadır. Kapitalizm mantığında biriktirmeci anlayış ve düzenli iş, monoton hayat anlayışı evsizliği nicel anlamda azaltmıştır. Evsiz bir birey geçici işlerde çalışır, yazın biriktirir ve kışın hepsini yer. Kapitalist anlayışta ise sürekli biriktirme anlayışı vardır. Bunun yanı sıra tek tipleştirici anlayış insanları belirli toplumsal beklentilere maruz bırakmaktadır. Birey yaşına göre belirli ödevlere maruz bırakılır. Bu beklentiyi karşılamadığı zaman marjinal, sakıncalı, hastalıklı olarak görülür. Günümüzde bu sebeplerden ötürü evsiz birey sayısı azdır.
- İDM Kademe 2 Öğrencisi, Necmettin Erbakan Üniversitesi Sosyoloji Bölümü, İletişim Adresi: erbayrumeysa42@gmail.com ↩︎
- Hobo sürekli gezen, dinamik olan ve statik olursa alay edilen geçici işçilerdir. Nels Anderson’un kendisi eskiden hobo olduğu için çalıştığı grubu iyi tanıdığını söyleyebiliriz (Anderson, 2017). ↩︎
Kaynakça
- Anderson, N. (2017). Hobo: Evsiz Adamın Sosyolojisi.E. Pınar(çev.) Ankara: Heretik Yayınevi.
- Küçük, M. (2018). Evsizlik ve Evsizliği Açıklayan Teoriler. İdealkent Dergisi, 9(24), 515-535.
- Küçük,M. (2017). Evsizliğin Kentsel Yoksulluk Bağlamında Değerlendirilmesi: İstanbul Örneği. A. Erkilet ve Y. Yunak içinde, Magnetsiz Kentler (s. 145-179). İstanbul: Nobel Yayıncılık.
- Türkcan, S. ve A. Türkcan . (1996). Psikiyatri ve Evsizlik: Bir Gözden Geçirme Çalışması. Düşünen Adam : Psikiyatri ve Nöroloji Bilimleri Dergisi.
- Yazgan, Ç. ü. (2019). Suç Korkusu. F. Güllüpınar içinde, Suç Sosyolojisi (s. 66-93). Eskişehir: Eskişehir Anadolu Üniversitesi Yayınları.