İntihar Eder Gibi Yaşamak

Anasayfa » Fikriyat » İntihar Eder Gibi Yaşamak
İntihar Eder Gibi Yaşamak

İntihar Eder Gibi Yaşamak

Mehmet Yetim[1]

Zaman, insana verilmiş en büyük nimetlerden biri olsa gerek. Paradigması değişen dünyada insanoğlu zamansızlık yaşamakta. Daha çok zaman veren ve daha çok çalışmak zorunda kalan insanoğlu kendisine, ailesine ve çevresine vakit ayıramaz halde. Daha çok emek, daha çok zaman ama elden giden insanın kendisi/kendiliği. İnsan teki olarak bizlerin kendine vakit ayıramaması, kendi kalbine, evine dönememesi büyük bir eksiklik meydana getiriyor. 

Kendimizden kaçtıkça  varoluşumuza ilişkin cevapsız sorularımız artarken varoluşumuza ilişkin idrakimiz azalıyor. Meşguliyetlerimizi kendimiz belirleyemiyor aksine tercihimize konu olmayan meşguliyetler ile kuşatılıyoruz. Çevrenin üzerimize yönelttiği baskılar önümüzdeki en büyük engellerden birisi olarak duruyor. Herhangi bir karar arefesinde bu baskılara boyun eğiyoruz ve yüzeyselliğin sığ sularında hayatta kalmaya çalışıyoruz. Kuşatma altında bunalımlara giren biz bu halden kurtulmak için gözlerimizi dışarı çeviriyoruz. Ancak dışarıda aranan çözüm arayışı da bir çırpınmanın ötesine geçmiyor. Gelip geçilen dünyadan, kendimize uğramadan, “kendileşemeden” geçip gitmek durumunda kalıyoruz.

Özellikle son iki yüzyıldır aklı karışan insanlık, halen bu karışıklığı gidermişe benzemiyor. İnsanlık bu karışıklığın içinde kolay yollar olarak genelde seküler ya da milliyetçi bir yola akıvermekte. Kolay olarak adlandırdığımız bu akıntıda çok fazla anlam arayışının olduğunu söylemek güç. Bundan mütevvellit bu tercihlerin iradi bir çabaya konu olmadığını düşünüyorum. Bütün bunların sonucu olarak dünyamızın hali gözlerimizin önündedir. İnsanların kendisini içinde konforlu hissettiği kaskatı kesilmiş yaşam tarzları.

Ancak bu konforlu alanları terk etmek ve yaptığımız/yapmak istediğimiz işleri intihar eder gibi yapmak gerek: “Ben sinemayı intihar eder gibi yaptım.” Sinemamızın güzide insanlarından Ahmet Uluçay’a ait olan bu cümle, Uluçay’ın hayatını ve özellikle ‘Sinema İçin Bunca Acıya Değer Mi?’ adlı güncesini okuyanlar için daha somut bir şekilde tezahür etmektedir. Cesaret etmesi gerekiyor insanın gidilmesi gereken yollara ve kendi sonuna doğru bu cesaretle. İntihar eder gibi yaşamak, cümlemizin sonu yine yaşamak fiilinde bitiyor. Bütün bu yaşamak kelimesi için bir kelimeye dikkat kesiliyoruz, intihar. Bütün akıntıya karşı bu fikir, belki de yaşamanın en somut tezahürüdür desek yeridir. Yaşamak; bütün eylemlerimizin, amaçlarımızın hiçbir karşılığı olmasa da yürümeye devam etmektir. Yapayalnız kalınsa da deli gibi yakıştırmalar yapıldığında da yaşamak diyoruz, herkese karşı intihar edercesine.

Sorunlarımızın ve çözüm arayışlarımızın olduğunu herkesin malumu. Bu noktada gerek sorunları tespit edebilmek gerekse bu sorunlara çözüm geliştirebilmek ve yaşamı intihar ederek diriltmek için inanç dünyamıza dönmeyi teklif ediyorum. 

Bir düşünce hareketinin, dünyada neşvünema bulması için sözkonusu düşünce dünyasının yeryüzünde vücut bulmuş hali olan müminler eliyle tohumları ekilip büyüyeceği aşikar. İslam düşüncesi de mensupları eliyle asırlar boyunca fikrini ekti ve dünyanın yeşermesini sağladı. Ancak öz bilincimiz yeterince gelişemediği içindir ki İslam ümmetinin asırlar önce ektiği bu tohumların esamesi şu an okunmuyor. Yeryüzüne adaleti dağıtan, sevgiyi, barışı pekiştiren ve kardeşliği yeşerten bu ümmetin fertlerine günümüzde de bir umut topluluğu gerekmektedir. Bu umut topluluğunu meydana getirecek olan ferdler ise ben-idrakine kavuşabilmiş simalardan olacaktır.

Biraz sorgulama yaptıktan sonra şöyle bir düşünce tezahür etmekte. İslam’ın henüz ilk dönemlerinde ahlaki yaşayış üzerindeki etkisinin bu kadar fazla olmasının sebebinin yüksek şahsiyetli insan ve toplum ilişkisinde aramak gerekiyor. Bir örnekle konumuzu açmak gerekirse hicret öncesi gerçekleşen Akabe biatlerinde yapılan görüşmelerde Peygamberimizin şartlarına bakalım: Akabe görüşmelerinde, vakit olarak herkesin uyuduğu vakit olan gece yarısı belirlenmiştir. Ancak Peygamberimizin istediği üzerine uyanamayanlar uyandırılmayacak, herkes kendi uyanabilirse gelecektir bu görüşmelere. Diğer bir şart olarak ise gelmeyen beklenmeyecektir. Düşünüldüğü zaman insani olarak bu tür zaaflar mümkündür çünkü insan çokça unutur… O halde yeryüzüne yayılan rahmet yolculuğunun tohumları atılırken bu yolda kendine hakim olamayan, kişisel zaaflarından kurtulmayanlar ile yola çıkılmıyor. Tohumlar işte bu kendine hakim, yüksek şahsiyetli insanlar ile  atılıyor.  Tarih bizlere bu imsallerle kuvvet vermeli ve yoldaki işaretlerimizi bu minvalde belirlemeliyiz.

Hayatı bir kere yaşadığımızın farkında olan bizler, yürüyeceğimiz yolu seçerken kendi iradesiyle uyanıp yola düşenlerden olabiliyor muyuz? Kendimize doğru sorular sorarak emeklemeye başlayabilir ve yürüyüşümüzün hazırlıklarını yapmış olabiliriz ve sonunda bu yürüyüşte kendimize hakim olup ben-idrakine sahip olabildiğimiz takdirde serencamımız değişebilir.  Bu idrakle İslam düşünce dünyasında özgün bir sinema dili, eğitim modelleri ve sanat ortaya çıkarabiliriz. Bütün bu kuşatmaya karşı her alanda üretken modeller ile tohumları ekmiş olabiliriz. Bu şekilde yeryüzüne adaleti, iyiliği ve huzuru tesis edebiliriz.

 [1]Harita Mühendisi, Necmettin Erbakan Üniversitesi (2022)

mehmedyetim@gmail.com

İlgili Makaleler

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Son Yazılar

Kategoriler

Etiketler