Elias, N. (2000). Mozart: Bir Dâhinin Sosyolojisi Üzerine. İstanbul: Kabalcı Yayınevi.
Gamze ŞENYAYLA*
Elias’ın (2000) kaleme almış olduğu eserin bir değerlendirmesini yapabilmek için, konuya ilişkin sosyolojik perspektifin izlerini sürmek gerekmektedir. Yazarın genel yaklaşımı, bir sanatçı üzerinden müzik sosyolojisi yapabilmek ve dönemin çerçevesini okurlara sunarak Mozart’ı kendi sosyal uzamı içerisinde değerlendirmektir. Bu anlamda Mozart’ı seçmiş ve onun hayatını, çevresini ve kişisel özelliklerini kıstas olarak kullanmıştır. Wolfgang Amadeus Mozart, 27 Ocak 1756’da Salzburg’da doğmuş, 5 Aralık 1791’de Viyana’da hayatını kaybetmiştir. Batılı bir sanatçı olan Mozart, altı yüzden fazla eser besteleyerek klasik dönemin en önemli sanatçılarından biri olarak kabul edilmiştir. Elias ise Mozart’ın hayatını kaleme alırken sanat ve sosyoloji ilişkisini zengin örnekler üzerinden sunarak sanatın sanat olma mücadelesini ve bağımsızlığını anlatmıştır. Mozart’ın kişiliği, nasıl bir insan olduğu, nasıl eserler ortaya koyduğu ve nasıl eserler ortaya koymak istediği ile ilgili, dönemin toplumsal yapısını, sanata bakışını, sanatın toplumdan beslenme biçimi ve üretim aşamasındaki piyasaya dikkat çekerek geniş bir sosyolojik perspektif çizmiştir. Fransız Devrimi’nin etkilerinin sürdüğü dönemde ekonomik, toplumsal ve sosyal sınıfların şekillenme biçimlerine kitabında yer vermiştir. Krizler sonrasında ortaya çıkan yeni burjuvazinin görünümlerini ve kapitalizmin etkilerinin izlerini müzik sosyolojisi bağlamında örnekler ile değerlendirmiştir. Müziğin toplumsal ve yönetici sınıf açısından anlamını Mozart hikâyesi ile bütünleştirmiştir. Orkestranın bir gösterge olarak değeri ve uluslar açısından önemini vurgulamıştır.
Aristokrasi ve yönetici sınıf arasındaki verilen denge toplumsal yapıyı anlamada önemli bir yere sahiptir. Aslında burjuvazinin içerisinde yer alıp yönetici sınıfta olmaya arzu duyan Mozart’ın hikâyesi bizlere burjuvaziden ziyade yönetici sınıfın daha ayrıcalıklı niteliklere sahip olduğunu ve kişilerin buraya erişmek istediği hissiyatını vermektedir. Bu anlamda Mozart’ı seçmek, yazar tarafından tesadüfî bir örnek değildir. Bunu da belirtirken Mozart’ın yönetici sınıfa yönelik öfke duyduğunu belirtmiş, buradaki çelişkiyi vererek eserlerindeki yansımayı çözümlemiştir. Yazara göre Mozart bu yönetici sınıfa hayranlık duymaktadır ve bu sınıfta yer alamadığı için bir öfke duygusunu taşımaktadır. Yazar kitabı yazarken aslında bu süreçlerdeki bazı nedensellikler hakkında sorular da sormaktadır. Bazı soruları yanıtlarken bazı soruları yanıtlamamayı tercih etmektedir. Örneğin “Neden bazı eserler gölgeler dünyasında kaybolurken, belli insanların ürettiği eserler günümüzde hala kuşaklar boyunca aktarılıp dinlenebilmektedir? Nasıl hala geçerliliğini koruyabilmektedir?” gibi sorularla sanatın üretim aşamasına ve sanatçının konumuna yönelik göndermelerde bulunmaktadır. Mozart öldükten sonra değeri bilinen bir sanatçı olarak burada kilit bir role sahiptir. Bir diğer açıdan bakıldığında bu kitapla birlikte sanatın kutsallaştırılması üzerine bir yaklaşım söz konusu olduğu kadar bunun sosyoloji ile iç içe geçmesiyle birlikte bu durumun bir bozguna uğradığını söyleyebiliyoruz. Sanatın yapısına ilişkin bütün kodlar sanatçının toplumsal konumuna bağlı değil aynı zamanda sanatın beslendiği toplumsal değişimlerle de ilişkilidir. Bu noktada sanatçının hayatının, dönem koşullarının, eylemlerinin ve düşünce dünyasının irdelenmesi aslında sosyolojide tartışılabilecek ve sanatı bu kutsallıktan uzaklaştırabilecek bir durumdur. Kitabın adında “dahi” kelimesinin kullanılmasının arka planında olan şeylerden biri de budur. Bir ironi olarak düşünüldüğünde, bu işin bir zekâ işi olduğu, kişiliğin özellikleri göz ardı edilmeden aslında sanatçıyı besleyen unsurların sosyolojik bir biçimde gözler önüne serilmesidir. Burada ironi anlamında kullanılan “dahi” kelimesi bir çatışma meselesini de temsil etmektedir. Bu çatışmadan sanatçının düşüncelerinin şekillendiğini ifade etmektedir. Uygarlaşma sorunu, Avrupa düşünce dünyası ve yaşadığı ülke gibi sanatçı üzerinde iz bırakan meseleleri sanatçı üzerinden yakalayarak dönemsel bir çerçeve çizilmeye çalışılmaktadır. Bu izler de bugüne yansımaktadır.
Bir bakıma bu kitap sanatçıya ve sanatın kutsallığına yönelik bir eleştiri olarak algılanabilir. Bunun nedenini ise yazarın, sanatçıyı bir nesne/araç olarak kullanarak sosyolojik anlama çabasına girmesinden anlıyoruz. Sanata ilişkin sosyolojik çalışmalar sanatın kendisinin kutsallığına ve biricikliğine yönelik olumsuz bir eleştiri olarak düşünülebilir. Yazar bu konuda kaleme aldığı eserin bir yıkma amacında olmadığını, aksine insana özgü durumları anlaşılır kılma gayretinin olduğunu belirtmektedir.
Yazar, Mozart’ın eserlerinin ortaya çıkış biçiminde onun biyolojik, dahi, zeki ve yaşadığı ortamdan iyi beslenmesi gibi sanatçıya özgü kriterler ile toplum arasındaki ilişkiyi tartışmaktadır. Temel çatışma sorusu şunu oluşturuyor: Mozart’ın bestelemiş olduğu eserlerin ortaya çıkmasının sebebi Mozart’ın biyolojik olarak kendi benliğinde barındırdıkları mı yoksa içerisinde yaşadığı toplumdan beslenmesi mi? Bunu da yazar bir bölümde tartışmaktadır. Toplumsalın etkisini verebilmek ve bu toplumsalın etkilerini açıklayabilmek için Mozart’ın babasından sık sık örnekler vermektedir. Babasının Mozart üzerindeki etkisini bilgi becerileri ve kendi toplumsallaşmasındaki edindiği birikimleri yansıtabildiği meselesini vurgulamaya çalışmaktadır. Yazarın konuya ilişkin ulaştığı sonuç açık bir biçimde verilmiştir. Sanatçı bütün bu eserleri nasıl yapabildiğine yönelik bir soru sorduğunda buna iki faktör üzerinden cevap verebiliriz. Kişinin içerisinde yaşadığı toplumdan edindiği birikimler ile birlikte kendi yeteneği hayal gücü ve fantezi üretme gücüne yönelik arada bir köprü kurma söz konusudur ve buradaki teması sağlayan ana merkez bu köprüyü işlevsel hale getirebilmektir.
Mozart’a, birey olarak ve sanatçı olarak iki farklı açıdan baktığımızda, sanatçı Mozart toplumla bütünleşmiş bir görüntüye sahipken birey olarak Mozart kendi özelliklerine ve niteliklerine sahip bir kişidir. Sanatçı olarak ele alındığında sanat ve toplumun bütünleştiği bir alana işaret eder. Bir noktayı da atlamamak gerekir ki bu da sanatçının icra aşamasında çağının dışına çıkabilme yeteneğine sahip olabilmesidir. Kendi döneminde yeterince kıymeti bilinmemiş ya da fark edilmemiş eserlerin günümüzde ya da farklı zaman dilimlerinde yankı bulabilmesinin temel sebebi de budur. Bu üstün bir yetenek ya da bilinemez bir alan olarak karşımıza çıksa da sanat, sanatçı ve toplum ilişkiselliğini açıklama arzusunun durmasına neden olması için yeterli bir konu değildir.
Yazar Mozart’ın elindeki nimetleri anlatırken, babasının düzenlemiş olduğu konserler için çevresinde burjuvazinin sahip olduğu imkânlardan bahsetmektedir. Mozart’ın nasıl bu kadar “dahi” olduğuna yönelik bir hazır bulunuşluğunun olduğunu da alt metinde sık sık vermektedir. Yazarın bu durumu yukarıda da belirttiğimiz gibi bir çatışma temelinde kurması oldukça makul bir yaklaşımdır. Bireyin sahip olduğu nitelikleri parlatmanın ve sanata dönüştürmenin yolu sahip olunan imkânlar ile aynı düzlemde ilerlemektedir. Aynı şeyi eğitim özelinde de düşünebiliriz. Çocukların kendi kişisel meziyetleri göz ardı edilmeden eğitim kalitesinin seviyesine göre daha nitelikli işler yapabildikleri bir gerçektir. Bunun yanında sahip oldukları nitelikleri kullanmayı öğrenmeleri ve bunları uygun bir çevrede değerlendirebilmeleri de sahip oldukları imkânlar doğrultusunda gerçekleşebilecektir.
Yazarın çizmiş olduğu bu alt metin oldukça kıymetlidir. Mozart büyük bir sanatçıdır evet ve bunun yanında Mozart iyi bir çevrede yetişmiş ve imkânlarını olanaklar dâhilinde kullanabilmiş bir bireydir. Bu sebeple kendini geliştirebilmiş, pratik yapabilmiş, öğrenmiş ve müziğe ilişkin eserler üretebilmiştir. Kitapta anlatılan bir hikâyede Mozart’a pek çok enstrümanın tanıtıldığı ve eğitimi ile ilgili bir süreçte Mozart’ı tanıyanlardan birinin sözleri veriliyor ve yazarın konuya ilişkin yorumuyla Mozart’ın imgelemini derinden etkileyen her şeyde olağandışı bir derinleşme yaşadığı ve yalnızca müzikle sınırlı kalmayan bir duyarlılığa sahip olduğu anlaşılmaktadır. Bundan sonraki başarısı ise yönlendirilme ve eğitimle alakalı bir mesele haline gelmektedir.
Kitabın başlarında ve ortalarında Mozart’ın sevgiye yönelik duyduğu eksikliğin de vurgulamaları yapılmaktadır. Yazarın bunu yapmasının sebebi ise eserlerindeki duyguları ve hisleri anlama çabasından oluşmaktadır. Ayrıca Mozart kendi sanatını bağımsız hale getirebilmenin de mücadelesini vermiştir. Sipariş üzerine eserler bestelemekten ziyade kendi ruhunu yansıtan eserler besteleme gayretinde olmuştur. Bunu da başarabilen ender sanatçılardan biri haline gelmiştir. Sanatın ve iktidarın ilişkiselliği burada da ortaya koyulmaktadır. Denetim altında bulunan sanatın, sanatçıya yönelik kısıtlamalar ya da isteklerde bulunması da sanatçının beslendiği unsurlara ket vurmanın bir başka ifadesidir. Sanatçının kendi yeteneğini sanata dönüştürme sürecinde, Mozart’ın istenileni yapma eylemlerine karşı bir duruş sergilemesi kendi dönemi içerisinde bir özgürleşme mücadelesi olarak ele alınabilir. İçerisinde bulunamadığı yönetici sınıfa yönelik öfke duygusu ile özdeşleştirilemeyecek kadar önemli bir meseledir. Çünkü süreç içerisinde Mozart, kendi yönünü belirleme çabasında olmuştur. Beslendiği toplumun kodları, onun duyguları ile harmanlanarak farklı eserler üretmeye sürüklemiştir.
Kitap için biçimsel bir eleştiri sunulmak istenirse, akıcı bir dile sahip olmasının yanı sıra çevirisinin de verimli olmasıyla kolay bir okuma imkânına sahiptir. Son bölümde kitap boyunca kullanılan kavramların tanımlamaları verilerek okuyucuya kavramların hangi amaçla kullanıldığı sunulmuştur. Kitabın son kısımlarına yaklaşıldığında mektup süreçlerine değinilmiş ve bunlar üzerinden Mozart’ın ergenlik ve gelişim süreçleri yansıtılmak istenmiştir. Bu eleştiri yazısını kaleme alan kişi olarak bu mektupların kullanılmasının mahremiyet açısından doğru olup olmadığı sorusunun akllara geldiğini belirtmek gerekmektedir. Çünkü kitabın başından ortalarına kadar savunulan temel argümanı destekleyecek verilerin olmadığı kanaatinde bulunmak yanlış olmayacaktır. Mozart’ın ergenlik dönemlerine ilişkin yazıların da verilmesi “Acaba bu kadar detay gerekli miydi?” sorusunun sorulmasına neden olmaktadır. Anlatım dilinin gidişatı ise önce sosyolojik bir irdeleme görüntüsü sunarak başlayıp ardından bir edebi romana dönüştüğü hissiyatını uyandırmıştır.
Genel olarak toparlanmak istenirse; çalışma müzik sosyolojisi açısından literatüre önemli bir katkı sunmuştur. Bir sanatçının hayatı toplumsal meseleleri tarihsel açıdan anlama çabasında kıymetli bir yere sahiptir. Bu çalışma yeni çalışmalar için örnek teşkil edebilecek niteliklere sahiptir. Bireyin ve toplumun karşılıklı bir ilişkisellikte bulunması, çatışma ve uzlaşma alanlarının sanat vasıtasıyla değerlendirilebilmesi, kıymetli meselelerdir.
*Doktora Öğrencisi, Necmettin Erbakan Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü. gamzesenyayla29@gmail.com