Gamze Şenyayla*
Fantastik evren bize ne anlatmaktadır? Bir kurmaca hikâyeye dâhil olduğumuzu anlatan fantastik kavramı, bilinen nesnelerin zihinlerde oluşturmuş olduğu bir anlama işaret etmektedir. Zihinlerdeki anlamın edebiyat ve teknolojinin ilerlemesi ile birlikte sinemayla buluşması kaçınılmaz olmuştur. Gerçeklik kavramı ile aramızda böylesi bir uçurum kuran bu kategori, olayların kendi bağlamı içerisinde değerlendirilmesini sağlayarak, kendi dünyamızdan bizi anlık olarak soyutlamayı başarabilmektedir. Bilim kurgu filmleri ise gerçekliğin teknoloji ile üst boyutlara taşınarak hayali fenomenlerin kullanıldığı bir film türü olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu bağlamda Ryan ve Kellner’in hazırlamış oldukları Politik Kamera isimli kitaptan hareketle bu sinema türüne yönelik güncel bir değerlendirme yapma gerekliliği vardır.
Sinema, toplumsal hareketlerde özellikle Hollywood sineması aracılığıyla aile, ekonomi ve politikaya kadar önemli bir enerjiyi işlevsel olarak kullanmaktadır. Gerçekten beslenerek oluşturulan film kültürü ile eşitsizliğin meşrulaştırıldığı bir sektör haline dönüşen sinemada hegemonik unsurlar dikkat çekmektedir. Ryan ve Kellner, filmlerin bir durumu yansıtmaktan ziyade duruma yönelik tasarlanan bir biçim oluşturduğunu, seçilerek ve birleştirilerek temsili öğeler yoluyla tezler ileri sürdüklerini belirtir. Buradaki hedef ise seyircidir ve seyircinin bu ürünü içeriğiyle birlikte içselleştirilmesi beklenir. Sinemanın işlevlerine yönelik bu tespit, hazırlanan içeriklerin neler barındırdığı ve neye hizmet ettiği ile ilgili kasti bir öğreticilik barındırdığının ifadesidir. Sinema politik çıkarlar için de güçlü bir araçtır çünkü filmler sosyal gerçekliği yeniden inşa ederek bir duruş sergiler. Güncel ya da geçmişe yönelik bir atıf ile belirli bir düşünceyi yönlendirme eğilimine sahiptir. Böylelikle toplumsal mekanizmalarda kültürel temsillere ilişkin sistemin önemli bir parçası olarak karşımıza çıkar.
Ryan ve Kellner, kitaplarında sinema ve tarihsel sürecin iç içe olduğu ile ilgili bir giriş yaparak konuyu değerlendirmeye almaktadır. Soğuk savaş, toplumsal hareketler, marjinal grupların hareketleri, ırkçılık karşıtı hareketler, yeni gelişen radikal fikirler, liberalizm, ekonomik krizler ve feminizm hareketlerinin sinemada yankı bulduğunu belirtmişlerdir. Toplumsal düzlemde gerçekleşen değişim dönüşüm ve meydana gelen hareketler sinema içerisinde de sorgulanan konular haline gelmiştir. Buna örnek olarak 1980’li yıllarda Amerika’da yeni muhafazakâr ruhun filmlere kaynaklık ettiğini belirtirler. Star Wars (Yıldız Savaşları) bu filmlerden biridir ve hikâyesinde Sovyet görünüşlü bir imparatorluğun Cumhuriyetçiler tarafından yıkıldığından bahsedilir.
Fantastik evren ve bilim kurgu filmleri yeni bir kurmacadır demek mümkün değildir. Kavramın tarihsel köklerinde karşımıza mitler çıkmaktadır. Mitler, anlatılan hikâyelerde çevredeki nesnelerin sembolleştirilerek kullanıldığı bir alandır. Mitler bir kutsallığı işaret etmektedir. Kutsallığın temelinde ise yaratılışa yönelik hikâyeler yer almaktadır. Kutsal güçler tarafından inşa edilen yeni bir oluşum söz konusudur. Mitlerin kapsamı ile bu oluşumlar; kolektif eylemleri, inançları ve kültürü de barındırmaktadır. Mitler genel itibariyle içerisinde bulunduğu toplumun özelliklerini verir ve bu nedenle miti ona inanan bireylerin algılayış ve uygulayış biçimleriyle değerlendirmek gerekmektedir. Çünkü bir mit başka bir toplum tarafından bilinmeyebilir ya da farklı anlamlar taşıyabilir. Mitleri yalnızca sözsel anlatılar olarak ele almakta yanlış sonuçlanan çalışmalar doğurabileceği gibi ilkel yaşam biçimine sahip insanların entelektüel çabaları olarak değerlendirmek de mümkün değildir. Bu sebeple mitleri üretilen ve üretildiği toplum içerisinde etkileyen ve etkilenen bir unsur olarak ele almak onu simgesel boyutta açıklayabilmek için daha doğru bir yol olacaktır. Modern dünyada mitlerin kullanımına yönelik pek çok örneğe rastlanmaktadır. Sinema, mitlerin modern dünyada işlevsel olarak kullanıldığı alanlardan biridir. Filmin oluşturulduğu evren, karakterler ve hikâye bu mitler ile bezenerek bir olay örgüsü halinde seyirciye sunulmaktadır. Örneğin 2016 yapımlı fantastik kategoride yer alan Gods of Egypt (Mısır Tanrıları) filminde tanrıların insanların arasında yaşadığına yönelik inancın hâkim olduğu toplumda kral olan Osiris’in oğlu Horos’un taç giyme töreninde kardeşi Set tarafından öldürülmesiyle başlayan konu ele alınmaktadır.
Kahraman olmak, bir hikâyenin başrolünde yer almak ve kendini dünya için feda etmenin gerekliliğine yönelik mesaj taşıyan filmler, teknolojinin güçlü imkânları seferber edilerek yeni bir dünyanın başlangıcı ve işleyişine yönelik önemli fantastik ve bilimkurgu kodları taşımaktadır. Bu kodlar, kültür üzerine şekillenmektedir. Kahramanlar belli başlı niteliklere ve habituslara sahip karakterlerdir. İzleyici için bağ kurma çabası bir kahramanlık hikâyesi barındırdığı için kaçınılmaz hale gelmektedir. Çünkü amaç ideali yakalama, iyi ve kötü arasında kesin çizgiler çizerek birlikte yaşamaya yönelik kuralların tasvirini yapabilmektir. İyi ve kötü kavramlarının açıklaması fantastik ve bilim kurgu filmleri üzerinden keskin bir biçimde sunulmaktadır. Tıpkı masallarda olduğu gibi insan doğasının gerçekliği ekarte edilerek, salt iyi ve salt kötüler vardır. İyiler kötülük yapmamakta yalnızca hatalarda bulunmaktadır. Ancak kötüler ezeli kötülerdir. Geçmişleri ve bugünleri kötülükler ile dolu olan ve sonunda iyiler tarafından cezalandırılacak olanlardır. Bu kurgunun son yıllarda darbeler aldığını söylemek mümkündür. DC Çizgi Roman yapım şirketinin sinematik evrenine ait olan Batman film serisinde yer alan 2019 yapımlı Joker karakteri bu algıyı bir noktada farklılaştırmıştır. Kötülerin kötü olmak için bir nedenleri vardır. Bu nedenler aile, ekonomi vb. problemler şekilde sunulmaktadır. Bir diğer film örneği ise 2018 yapımlı Marvel Çizgi Roman yapım şirketine ait olan Yenilmezler filminden verilebilir. Thanos karakteri, dünyanın iyiliği için yarısını yok etme çabasında olan, kötü görünen ancak bir amaç uğruna merhametini sergilemekten çekinmeyen bir karakter olarak tasarlanmıştır. Çocuklar üzerinde derin etkiler bırakabilen fantastik ve bilim kurgu kahraman hikâyeleri belli başlı arka planlara sahiptir. Örneğin 2002 yapımlı Türkçe ismiyle Örümcek Adam filmi konu içerisinde değerlendirilebilir. Deneylerde kullanılan bir örümcek tarafından ısırılarak insanüstü niteliklere sahip olabilen gencin kötüler ile savaşını anlatan ardı gelmez seri filmlere sahip yapımın görsel efektleri, ışıkları, müzikleri ve çekimleri ile yüksek bir bütçeye sahiptir. Buna ek olarak, genç bir erkek birey yalnızca sıradan bir karakter değil aynı zamanda dünyayı tek başına kurtarabilecek önemli bir güce sahiptir imajı da sergilenmektedir. Bu örnekleri vermek konu içerisinde Ryan ve Kellner’ın görüşleriyle uyuşan bir görüntüye sahiptir. Sinemanın kendi sınırları, kısıtlamaları ve kabulleri vardır. Bu bağlamda sinema, bireyin yaşantısını kapitalist toplumsal yaşamın bütünlüğü ile bağdaştırarak sunar. Birey, kendisini gerçekleştirebilmek için temsillere ve figürlere odaklanır. Bu temsil ve figürleri sinemada keşfedebilir ve içselleştirebilir. Bu noktada denilebilir ki sinema bu vasıtayla yeni bir gerçeklik alanı oluşturmuştur. Bu gerçeklik, sistemin kendi içerisinde kültürel temsiller kategorisinde yerini alır. Bu filmleri izleyen bireylerin hikâyeyi içselleştirmesi ve karakterler ile kendisini özdeşleştirmesi kaçınılmaz hale gelmektedir.
Ryan ve Kellner Politik Kamera kitabında filmlerde yer alan feminist öğelere ilişkin vurgulamaları da yapmaktadır. Konuyu ele alırken farklı bakış açılarından ilerlemek gerekebilir. Sinemada kadının yerine yönelik feminist söylemler önemli tepkilerden oluşmaktadır. Ryan ve Kellner’ın notlarına göre 1960 ve 1970’li yılların filmlerde feminizm karşıtı argümanlar sıklıkla kullanılmıştır. Özellikle Amerikan toplumunda aile yapılarının değişiminde son yirmi yılda önemli değişiklikler meydana gelmiş ve bu noktada sinema, kültürel temsiller yoluyla önemli bir pay sahibi olmuştur. Filmlerin toplum yapısına direkt nüfuz edebileceği düşüncesinden hareket edilmek istenirse, sunulan seyin içeriğindeki tahakküm ilişkileri, erkek hâkimiyetinin prototipi, bireyci erkeğe sınırsız hareket alanı sağladığına inanılan özgürlük kavramı ile otoriter iradenin topluma dayatılması görülmüştür. Yazarlar konuya yönelik film örneklerini de kitaplarında sunmaktadır.
Ryan ve Kellner 1960-1970’li yıllarda sinemada feminizmin muhalefetle karşılaştığını belirtirken, filmler aracılığı ile başarılı olmaya çalışan kadınların başarısızlıklarının anlatıldığı, kadın karakterlerin yaşadığı haksızlıklardan kaçabilmesinin tek yolunun yasak ilişki olarak gösterildiği filmlerin (Örneğin 1970 yapımı Diary of a Mad Housewife filmi) nefret ve ataerkil kodlar ile örülerek sunulduğunu ifade etmişlerdir. 1970’li yılların sonrasında cinsiyetçi figürleri eleştiren filmlerin sinemada daha fazla yankı bulduğunu da ilerleyen notlarında belirtmişlerdir. 1980’lerden sonra filmlerde eleştirilebilecek niteliklere sahip olsa da özgür kadın imajı sunulmaya başlanmıştır. Fantastik film kategorisinde yer alan filmlerde özellikle Batı merkezli üretilen filmlerde güncel konular da yerini almaktadır. Kadın hareketlerinin filmlere konu edinirken kör göze parmak misali normalleştirmeden ziyade didaktik bir tavır takındığı belirtilebilir. DC sinematik evreninde yer alan orijinal ismiyle Wonder Woman (2017) karakteri bütün hikâye boyunca bu öğreticiliği barındırmaktadır. Marvel sinematik evrenine ait olan Wanda Maksimoff (2014), Kaptan Marvel (2019) ve Black Widow (2021) karakterleri de bir diğer örnek olarak belirtilebilir. Filmlerin pazarlanma stratejileri, kahraman kadın karakterler üzerinden tasarlanmaktadır. Son yıllara kadar süper kahraman tarafından kurtarılmayı bekleyen, sürekli kendini tehlikeye atan ve pasif bir rol üstlenen kadın karakterlere bir tezat olarak ortaya çıkarılan bu karakterler piyasanın dinamikleri içerisinde kullanılmaktadır. Konuyu yalnızca toplumsal cinsiyet açısından ele almak da mümkün değildir. Ancak çoğulcu politikanın bir ürünü olarak düşünmek daha makul bir yaklaşım olabilir. Müslüman ve siyahî kahraman filmleri üreten şirketler, seyircisinin çoğulculuğunu, kendi dinamiklerinde kullanarak piyasaya sunmaktadır. Örneğin 2018 yapımlı orijinal ismiyle Black Panter filmi, Afrika’da yaşayan bir kahramanın hikâyesini anlatmaktadır. Afrika zenginliğine ilişkin sömürü meselesinin üstünü örtbas eden sektör, Afrika zenginliğini uydurma bir kurgu içerisinde teknoloji ile ilişkilendirerek sunmuştur. İlk Müslüman kadın karakter tanıtımı yapılan Ms. Marvel karakteri ise şu an için tanıtım aşamasında yer almaktadır. Haber başlıkları da yine bu şekilde olmaktadır:
Batı hegemonyasının sinema üzerinden şekillendirmiş olduğu farklı algılar, içeriğini güncelleyerek devamını sürdürmektedir. Yeni bir evreni bizlere tanıtmaktan ziyade, ideolojik bir tavırla üretilen filmler karşımıza çıkmaktadır. Amaç, piyasa vasıtasıyla bir kültür hegemonyası uygulamak ve bunun içeriğinin çeşitli olduğu yalanını kurgulamaktır. Toplumsal meseleler normalleştirmenin uzağında, adeta bir meta gibi kullanılarak sunulmaktadır. Tüm dünyada bir gişeye sahip olma çabasıyla üretilen filmler milyar dolarlık bütçeler ve kazançlar ile devam etmektedir. Her karakter kıymetli bir maden gibi işlenirken, milletler, inançlar ve kültürler üzerine hoşgörülü olduğu imajı çerçevesinde kurgulanan işler seyirciye sunulmaktadır. Bir tavrı yerleştirmenin ve savunmanın yolu sinema mıdır? Doğruları kendisine göre şekillendiren bir sektörün içerisinde bunun gerçekleşmesi neredeyse imkânsızdır. Ryan ve Kellner bu noktada sinemada yer alan temsillere odaklanırlar ve temsillerin içerisinde bulunduğu kültürden alınarak içselleştirildiğini ve benliğin bir parçası olarak kurgulandığını ifade ederler. Politik anlamda ise kültüre egemen olan temsiller söz konusudur. Konunun sosyoloji ile ilişkisinde ise bu içselleştirmenin yalnızca psikolojik boyut ile sınırlı kalmadığından ve toplumların gerçekliğinin inşa sürecine yönelik bir şekillendirmenin gerçekleştirildiğinden bahsederler.
Batı kültürü, hegemonyasını sinema aracılığıyla sunarken kendine dair güçlü mesajlar kullanmaktadır. 1978 yılında gösterime giren Supermen filminin arka planda yer alan hikâyesi de dikkat çekicidir. Yok olmak üzere olan Krypton gezegeninden gelen ve dünyaya geldiğinde bir bebek olan Clark, Amerikalı bir ailenin yanında büyürken süper güçlere sahip olduğunu keşfeder ve kendi adaletini dünyada sağlamaya çalışır. Hikâyenin gelişim sürecinin Amerika’da olması da manidardır. Dünya bir süper güce ihtiyaç duyarsa bu güç Amerika’da yeşermiş ve güçlenmiştir mesajı net bir şekilde sunulmaktadır. Ryan ve Kellner’ın Supermen gibi filmler hakkındaki görüşleri ise; ekonomik kriz, işsizlik vb. sorunlarla uğraşan toplumlarda böyle filmlerin sunulması, dini aşkınlığın ve romantizmin kullanılarak bireyleri bir fanteziye teslim edildiğine yöneliktir. Batman 1989 tarihinde Türkiye’de gösterime girmiş filmlerden bir diğeridir. Zenginliğin bir güç ve imkân sağladığına ilişkin örüntünün sunulduğu filmde hayali olduğu ifade edilen Gotham kenti, batıda yer alan bölgelere bir göndermedir. Eşitsizlik ve adaletsizlikle savaşma gücü sadece maddi güce ve tercihe sahip olan kişi tarafından sağlanabilir mesajı taşıyan filmin odak noktasını yine Batı’nın zengin prestijli imajı oluşturmaktadır. 2008 yılında gösterime giren Türkçe ismiyle Demir Adam orijinal ismiyle Iron Man filminde de aynı zenginliğin güç sağladığına ilişkin bir mesaj söz konusudur. Stark karakteri sahip olduğu zenginliği ile teknolojiyi kullanarak bir adalet savaşı vermektedir. 2011 yılında gösterime giren Kaptan Amerika filmi ise adından mütevellit Amerika’nın süper teknolojik deneylerine gönderme yaparken hatalı bir deneyin bile bir süper gücü ortaya çıkarabileceğine işaret etmektedir. Oluşturulan süper kahramanlar bir çizgi romandan çıkmış olsa da halkla ilişiği olmayan farklı bir tabakayı oluşturmaktadır. Güçlünün daima güçlü ile birlikte hareket ettiği, birlik olma zamanı geldiğinde Amerika’nın öncülük edebildiği ve zengine yönelik keskin bir çizginin barındırıldığı fantastik film kurgulamaları sosyoloji içerisinde de önemli bir yere sahiptir.
Konunun çocuklar ve gençler üzerindeki etkilerine ilişkin farklı çalışmalar yapılma gerekliliğinden bahsedilebilir. Ancak bu metin içerisinde filmlerin taşıdığı kodların çok da masum olmadığı, sinemanın bir hegemonya aracı olduğu, bireylerin zihinlerinde anlam dünyalarına ilişkin kasti bir şekillendirmenin gerçekleştirilmeye çalışıldığı söylenebilir. Kahramanlık filmleri daima bir özendiricilik taşımaktadır. İnsanüstü denilebilecek yeteneklerin arzulanması ve sahip olunduğunda yenilmez bir gücü temsil ettiğine ilişkin düşüncenin kabulü problemler taşımaktadır. Uçmak, zırh sahibi olmak, gözlerden lazer çıkarabilmek veya güçlü materyallere sahip olarak hareket etmek gibi yetenekler bu sinema evreni içerisinde pazarlanmaktadır. Süper kahramanlar filmlerde ötekileştirilen ve sıradan insanlar tarafından kabul görmeyen kişiler olarak sunulmaktadır. Bu ötekileştirilen kişiler toplum için savaşmaktan ve onları korumaktan hiçbir koşulda vazgeçmeyerek iyi bir görüntü sunmaktadır. Peki, ötekileştirilen her birey bunu gerçekleştirebilir mi? Ötekinin bir kahraman görüntüsüne sahip olduğu filmlerde normalleştirme meselesine değinilmeden kahramanlaştırma ve kutsallaştırma söz konusu olmaktadır. Ryan ve Kellner’a göre kahraman filmlerinin asli olarak kullandığı metafor doğadır. Filmlerde yer alan kahramanların savunucusu olduğu temel mesele ise özgürlük olduğu görüntüsüne sahiptir. Bireycilik esasına göre kurgulanan filmlerde devlet planlaması doğadan uzak beşeri bir faktörken doğal olduğu varsayımı yapılır. Özgür birey kendi içgüdülerini izler anlayışı ile piyasanın kendi kendisinin kurtarıcısı olmasını sağlar. Sistem sorgulaması bu noktada yapılmaz ve doğal olduğu kabul edilen her nokta meşrulaştırılarak sunulur.
Sinemanın kültürlerden etkilenerek toplumsal bir gerçekliğe ışık tutmasının yanı sıra yeni bir kültür oluşturarak bir süreklilik sağlama ya da oluşturduğu kültürü örtük mesajlar vasıtasıyla hegemonya aracına dönüştürebileceği unutulmamalıdır. Batı piyasasının dünyanın farklı noktalarına sinema vasıtasıyla kendisine ait olanı bile satabilme gayreti kültürel bir girişimdir ve bu kültür manipüle edilmiş ve çarpıtılmış bir kültürdür. Siyahî hareketler, kadın hareketleri, işçi hareketleri ve toplumsal hareketler piyasa içerisinde sinema vasıtasıyla yeniden kurgulanarak pazara sunulmaktadır. Örneğin bir kitap uyarlaması olan 2012 yapımlı Açlık Oyunları filmi, Marksist anlamda işçi sınıfının burjuva sınıfına karşı ayaklanmasını anlatan ve sonucunda zaferle sonlanan bir filmdir. Gerçeklikte böyle bir hadise tam anlamıyla anlatıldığı şekliyle yaşanmamıştır. Bu filmi izleyerek zihinsel anlamda bir rahatlama gerçekleşebilir ancak pratikte bir gerçeklik söz konusu dahi değildir. Bu bağlamda bireyin gerçekleştirmek istediği hareket ona seyirlik bir ürün olarak sunulmuş ve ona satılmıştır. Karlı çıkan piyasa, bireyin kendi arzularını ona fantastik bir kurgu ile satabilmiştir. Toplumsal bir problemi sinema ile dile getirmek kıymetli bir konudur. Ancak bu problemi dile getirirken problemi yaşayan kültürün içerisinde yeşertmek gerekir. Böylelikle sinema gerçek bir hedefe ulaşabilir. Sinema, sistemin kültürel kanadıyla iç içe geçmiş işlevsel bir araç olmasıyla, sosyolojik hadiselerin hafızalarda yer alan halini gerçek görüntüsüyle sunduğu takdirde faydalı bir işlev haline getirilebilir. Bunu gerçekleştirebilmenin yolu ise her toplumda özgür sinemanın varlığı ve ekonomik anlamda destek görmesiyle mümkündür.
Kaynakça
Ryan M. ve Kellner D. (2010). Politik Kamera: Çağdaş Hollywood Sinemasının İdeolojisi ve Politikası. (çev. E. Özsayar). Ayrıntı Yayınları: İstanbul.
*Doktorant, Necmettin Erbakan Üniversitesi Sosyoloji Bölümü